28 Eylül 2012 Cuma

küçücük, minicik bi hikaye, masumluğun esintisinde...

Güneş batıp akşam olmak üzere, tüm enerjisini attığı o anda uzanıp bulutlu parlament mavisi gökyüzünü seyredaldı... Bulutlar ona masumluğu çağrıştırırdı hep, çocukluktan kalma..Çocukluk anılarından, beyazlıktan, gece mavisine kadar olan tüm anılarını canlandırdı o küçücük bulutlarda, hatta onlara anlattı hikayesini,  film şeridi gibi geçen masumluğuna(bulut) bakışında..

Birden hamleyle kalkıp, bu güzel gecede huzura yelken açıp fikir alemine dalmak istedi.. Bi anda hayalini kurduğu yere varmak için adım attı..Solda liman, sağında orman, kıyısında köşesinde gizlenmiş cennet mekanına doğru... Salaş bir masa etrafına tabureler yerleştirilmiş, mis gibi sofra endamında,  beyazın eşlik ettiği tuzlu tatların, asmalardaki yemyeşil üzümle arkadaşlık ettiği keyf-i aleme başladı...

O an denizin yakamozla buluşup, bulutların dansında, havada hafif esintiyle birlikte yarım bıraktığı düşüncelerine dalmak ve huzur bulmak için en güzel anların birindeydi..

Gece onu beyazlıktan griliğe, griliği flulaştırdıktan sonra netleştirip temizlediği, rengarenk düşlerini düşlemeye daldı.. Bazen hüzünlendi, bazen özledi, bazen hayıflandı, bazen dalıp kaybolduklarında artık aynı kayboluşların olmadığını da farketti, ilerlediği yaş ona tecrübelerin yanında hayatı, insanları da öğretmişti.. Artık sapasağlam durabiliyordu her sarsıntıya, kimsenin yıkmasına izin vermeden, sadece kendi seçimleriyle veya tercihleriyle kendi kendinin yıkılmasına izin verebiliyordu.. Hayatını, müsade ettikleri kişilerin verebileceklerinin renklerdiymesiyle, renklenebiliyordu. Asıl gerçek kendinin renkli bakışıydı, yoksa kimsenin, kendinden ödün vererek renklendirme çabası sonuç bulamıyordu.. O kadar zaman neleri silmiş, neleri götürüp yerine neleri koymuştu..En önemlisi hala içinde bir yerlerde çocukluk zamanında, onu yalnız bırakmayan, melek kadar masum ve iyilik yanı dimdik ayaktaydı.. Çünkü kimsenin onu yoketmesine izin vermedi, biri hamle mi yaptı, ona olduğundan daha hırçın oldu, o yanına güzellikle mi dokunuldu, olduğundan daha şefkatli oldu.. Bunları düşününce ve yaşadıklarına dalınca, bu salaş kendi meyhanesi, hep onu efkarlandırıp hüzne daldırırken, tek yalnız bırakmayan bu çocuk yanı oldu.. O masadan kalkarken, hayat her zamankinden daha iyi ve güzel olur ve olmaya da devam edecekti...

Bunlar yaşla birlikte, bana yani özüme bazen mantığıma eklenenler! Önemli olan hala umutla, gülerek güzelliklere bakabilmek derim..

Böyle bir akşamdan geceye geçerken, uykuya daldığında güzel rüyalar görmek için yatan bir insan ne kadar karamsar ve güçsüz olabilir di mi?..  :)

Melekler hep sizinle olsun.. Çocukluğunuzu kaybetmemeniz dileğiyle..

Demet

27 Eylül 2012 Perşembe

Duyarsız olmamak adına insanlık esintisi...

Dün akşam işten çıktım ve metroya doğru gidiyordum. Merdivenlerden inip turnikeye doğru yürürken bir yandan da etrafı gözlemliyordum.. Bir de ne göreyim; önümde üç arkadaşın biri, elinde sigarayla ilerliyordu, yanından polis geçmesine rağmen o kadar rahattı.. İzledim, izledikçe sinir oldum, bu rahatlığı ve bu had bilmez tavrı  nereden buluyordu acaba.. İzlemeye devam ettim nasılsa ileride güvenlik görevlisi var demeye kalmadan, bu şahıs güvenliğin önünde jeton atmadan turnikeden atlayıp merdivenlere doğru yol aldı...(Etrafa baktım güvenlik kamerası var mı diye tam olayın gerçekleştiği açıdan net bir şekilde gözükecek kamera ordaydı.. :))  ) Yok artık! dedim ve hemen soluğu sözüm ona güvenlik görevlisi olanın yanında aldım;

- Ben: "Pardon, az önce gözünüzün önünde sigara içen şahıs sigara izmaritini rahatça yere attı, onun üzerine turnike üzerinden jeton atmadan atladı ve siz bir tepki vermeyip görmezden geldiniz.. Pardon da sizin burada göreviniz nedir? Artı bu adam terörist vs. biri olsa böyle elini kolunu sallaya sallaya mı geçecek" dedim..

- Görevli: "Delidir deli o" diyip umursamadan duyarsız kaldı..

- Ben: "Bakın şurada inen insan ve deliye benziyor mu sizce.."

diyip sinirli bir şekilde yoluma devam ettim ama bir yanımda kayıtsız kalmamalısın, bu tiplere izin vermek demek, bunların amip gibi bölünüp çoğalması demek.. İlk çare sosyal medyada paylaşıp bilgilendirmek ve bunun üzerine şikayet edilebilecek kaynakla ilgili belki bilgi alırım dedim ve sosyal medyada olayı paylaştım.. Paylaştıktan hemen sonra bir arkadaşım gereken bilgiyi verdi..

ALO ŞİKAYET HATTI :153 


Bu hattı hemen aradım ve gerçekleşen olayı anlattım, kaydımı alıp gerekli işlemler yapılıp dönüş sağlanacaktır denildi, ne yalan söyleyeyim ilgileneceklerini düşünmedim.. Yarım saat içinde görevli beni arayıp; güvenlik görevlisinin amirine ulaştıklarını gerekli bilgiyi vereceklerini ve gerekenlerin yapılacağını söyledi ve beni de durumdan haberdar edeceklerini bildirdiler..

Gerçekten daha iyi bir yaşam ortamı istiyorsak, lütfen görmemezlikten gelip duyarsız olmayalımm..

Daha güzel, bol gülümsemeli ve huzurlu günler dileğiyle...

Demet..

19 Eylül 2012 Çarşamba

Sanat ve kaliteli yaşam umudunun esintisiyle.. :)

Bugün ve daha önceleri başıma gelen ve etrafımda sık sık gördüğüm (ülkemizin asıl sorunlarından biri bence) ve rahatsız olduğum bir olaydan daha doğrusu sorundan bahsetmek istiyorum..

Eğitim aldığım ve iş hayatımda da tecrübe edindiğim mesleğim, sanat ağırlıklı olduğundan en ince ayrıntıya kadar didik didik edip çalışmak bende alışkanlık oldu.. Bunun tersi bir davranış; yani "aman boşver, işimiz görülsün" mantığında kurulan her bir yoruma ister istemez tepkili oluyorum..

Asıl sorunum; ülkemizin sanat vb. konularda geri kalmasının, en temel mantığının bundan geçtiğini düşünüyorum.. Kalite dediğimiz şey, ince ayrıntılardan geçerken sunduğumuz bir ürünün veya işin birbiriyle renk olsun, karakter olsun, dizayn olsun  uyumlu ve bir bütün içinde anlatmak istediğini anlatmasıdır..

Reklam ajansında çalışıp, yaptığınız bir işin içine sinerek sunmanız, istinayi olgulardan biridir..


Sanat bana göre; yoruma açık bir eleştiri tahtası değildir.. Sanatçı bir eserini düşüncede tasarlarken, altındaki fikrini ve sunumunu kendi tarzına göre yansıtır.. Buna bakan gözlerin, düşünceden sözlere geçerken ya takdir edilir ya da anlasılmaz ya da begenilmeyen yorumları yapılabilir.. Sergilere neden gideriz ki, di mi?



Tasarım dediğimiz sanat bana göre, fikrin, parçadan bütününe kadar  geçen sürede lanse edilen sonuç, anlatmak istediğini estetikle birlikte anlatabildiyse kaliteli eserdir.
Bir ilan örneğin; ürünü sunarken müşteriye kadar giden süreçte, markanın marka olarak değerlendirildiğini düşünürsek, fontundan, rengine kadar, ürünün fotoğrafından sayfa mizanpajına kadar her detayına özen gösterip taviz vermeden sunmaktır.. Ajansı ajans yapan müşterinin dediğini yapmaktan çok, markanın tüketiciye kadar geçen süreçte, markayı marka yaparken hizmet alanında yön gösterme olmalı.. Bizim ülke biraz aceleci, biraz boşvermişlikle; aman işimiz görülsün, hadi daha çok iş var yapılması gereken denen mantıkta ne yaptığımız işten keyif alırız ne de bu hızla sallapati yapılan işin geri dönüş kalitesinde ilerleyebiliriz..



Umut ediyorum ki daha ilerleyen zamanlarda (teknoloji bu denli gelişirken biz geriliyoruz o ayrı da umut işte :) ) sanatın buram buram koktuğu kaliteli yaşamlarda keyif sürmemiz dileğiyle..

Sevgiler,

Demet

12 Eylül 2012 Çarşamba

Sonbahara Girerken Moda Esintisi...

Bu hafta sonbahara girişle birlikte, yazlık giysiler yerlerini sonbahar ve kış giysilerine devretti..
Bu yılın moda renkleri ve benim vazgeçilmezlerimle ilgili paylaşımda bulunacağım..


2012 Sonbahar-Kış modasına baktığımda tüm markalarda;  sonbaharın kahve tonları, biraz canlılık olsun diye turuncu ve yeşil tonların hakim olduğunu gördüm..
2012 Sonbahar-Kış modasına baktığımda tüm markalarda; 
sonbaharın kahve tonları, biraz canlılık olsun diye turuncu, mor, bordo ve yeşil tonların hakim olduğunu gördüm..  Bu fotoğrafta bana yakın gelen tarzlara yer verdim..

Bana kalırsa ben hala yazdan çıkıp bu tonlara bürünme niyetinde değilim. Biraz pastel, biraz canlı renklerle birlikte geçiş yapma derdindeyim.. :)) Ne de olsa sonbahar tonları yaza veda çağrısı yapıyor ve insanları depresif moda sokarken, dışa yansımada da enerjisi düşük hallere yönlendiriyor.. Ben her mevsim pastel ve koyu tonların yanında enerjisinin yansıması olumlu olan canlı renkleri de giymekten yanayım moda ne olursa olsun... Sonuçta insan giydikleriyle kendi kişiliğini de yansıtır...

Ben sonbahara hazırlanmaya başlarken, kış alışverişini de bi yandan yapmaya başladım Bu da ayrı bir dilemma konusu ya neyse.. :))


Bu mevsimde vazgeçemediklerim arasında;

Öncelikle trençkot (yarım veya uzun) ne giyersek giyelim spor veya klasik en iyi tamamlayıcı mevsimlik giysi bence.. 

Havaların biraz daha soğumasıyla daha uzun kaşmir veya kaz tüyü montlarımda vazgeçilmezlerimdir.. Kış mevsiminde en çok üşüyenlerden olduğum için sıkı giyinmem gerekiyor.. :((

Yine kaz tüyü uzun ve yarım şişme montlarım gardrobumda eksilmeyen koruyu ve kurtarıcı giysilerimdir.. 

Ayrıca ayakkabılardan da bahsetmeden geçmek olmaz tabi;

Sonbahar, malum yağmuruyla birlikte kışa hazırlar.. Bundan dolayı yağmurlu havalarda en sık giydiğim ayakkabım tabi ki Hunter'larım ve Timberland'lerim, yağmurun dinip hafif soğuklar da ise; Elle'nin çizmesi, tarzı ve rengi olarak hayat kurtaran bir tamamlayıcım olacak çünkü ayakkabı gardrobumda yeni yerini alan modellerden biri kendisi..

Yağmurlardan sonra kuru soğukların gelmesiyle birlikte kaz tüyü montlarıma uyumlu kar botum ve çizmem hemen imdadıma yetişir. 

Genellikle iki alternatifli mont ve ayakkabı yorumlarımın nedeni; gece ve özel gezmelerimde klasik giyinmeyi sevmemin yanında günlük yaşantımda spor ağırlıklı giyinmeyi tercih etmemdir.. 

Bazen kendimi "bugün canım şık giyinmek istiyor." dediğim zamanlarda yok değil.. Daha çok kendine yakışanı kendin için giymeyi, yani aynaya baktığımda önce kendimi mutlu etmeyi seven bir tarzım var. Sonrasında ise; gelecek iltifat veya eleştiri beni çok fazla etkilemez.. Hmmm bu arada hoş iltifatlara kimse hayır demez onu da inkar edecek değilim tabi.. :))


Modayı yakından takip etmeye çalışırım ama illa ki, bu moda diye de beğenmediğim trendleri üzerimde taşımam.. Kişiliğimle, yaşadığım güzel anların yansımasıyla (renkli giyinmek, bazen abartıp şıkır şıkır giyinme :) ) ve vücuduma uygun giyinmenin, insanın kendi tarzını yaratma da en büyük etken olduğunu düşünenlerdenim..

Bugünlük moda yansımalarım ve paylaşımlarım bu kadar! Yeni trendlerimde görüşmek üzere..

Kendiniz için kendinizle hoşçakalırken, bu hoşlukları da etrafınızla paylaşmanız dileğiyle.. :))

Demet


5 Eylül 2012 Çarşamba

Gece esintisinde bulutların dansı...

Az önce gökyüzüne bakarken bulutların geceyle dansını izleyenlerden biriyimdim, hmmm birde bi kaç yıldız..Gözlerimi yukarıdan, yere gerçeğe indirdiğimde bi küçük kız çocuğununda benimle aynı seyirde olduğunu farkettim.. :))

Buradan aklıma gelen şu oldu, ruhumda hissedilen biraz Kleist, biraz Nietzsche, biraz da Högerlin esintileriydi..

Kleist'in nevrotik, içe ve dışadönük olumsuzlukların yasaminda betimlemesi, Nietzsche'nin hayata, kendine ve yaşam şartlarına farkındalığı, Högerlin'in çocuksu histerik mükemmelliyetçi neseli hayata ve içine bakışı...

Bu hislerin felsefesini ve yaşanmışlığının anımsamasını yaşarken gökyüzü ve küçük kız çocugu müzik tınısında beni, kendi bahçeme cevirdi..

İyinin ve kötünün ötesinde, tan kızıllığının batışında nötrleşen hislerimin doğuşunda, en güzel düşlere dalmadan önce bu anımı paylaşıp ölümsüzleştirmek istedim.. :))

Güzellikler içinde yüzünüzde gulümsemeyle mis gibi uykulara dalmanız dileğiyle...İyi geceler..

Demet

3 Eylül 2012 Pazartesi

Kitaplarımla buluşma.. :))

Tekrar herkese merhaba;

Haftanın ilk günü bloglarıma hızlı giriş yaptım çünkü bugün yazı malzemesi bol olduğundan :))

Evet beklenen kitaplarım sonunda geldi.. İlk olarak İhsan Oktay Anar ile "Puslu Kıtalar Atlası" ile tanıştım ki, tanışma o tanışma ve seri halinde kitaplarını okumaya başladım en son "Suskunlar" kaldı ve 5 yıl aradan sonra benim beğenimi duydu ki yeni kitabı da arşivde yerini aldı.. Tabi ki; çoğu kişi tarafından beklenen "Yedinci Gün" kitabı..

İkisini de büyük bir heyecanla okuyacağım kesin.. Kışlık kitap stoğumu tamamlamak üzereyim bir sürü beni bekleyen yeni kitaplarım var.. Havalarında soğumasıyla daha da çoğalacak arşivim ama odamda yer bulmakta artık zorlanan bir kitaplığımın yanında raflarım var.. :)) Zaten bi kitaplarım ve bi ayakkabılarımdan evde yer kalmıyor..

Neyse 3. kitabım yemeklerle ilgili.. Ben yemek yapmayı seven biriyim; yeni tatlar, yeni yemek tariflerimle zengin bir menü her zaman ilgi alanımdır.. Uzun zamandır  çok misafir ağırlayıp, erkek arkadaşıma da aşmış olduğum menülerimle ziyafet çekiyorum, söylemesi ayıp belki ama onların takdiri yoksa kendi kendimi burada övecek tiplerden değilimdir dipnot olsun da.. :))

Sıra dünya mutfağına açılıp yeni tatlarım ile zengin olan menüme farklı konseptlli tarifler katarak, akıllarda "bu da nedir böyle" diyecek kadar muhteşem sunumlarla kendimi ve çevremi mutluluk maymunu etmeyi planlıyorum.. 3. ve 4. kitabım bunlarla ilgili biraz araştırıp sunumlarımı yaptıktan sonra favori yemeklerimin fotoğraflı birkaç tarifini sizinle paylaşırım tabi ki.. :))

Emekli olduğumda veya sıkılıp keyif işleri yapmak isteğim tavan yaptığında şartlarda izin verdiği müddetçe kendi yemek restaurantımı açmayı planlıyorum.. Bakalım hayırlısı ve kısmet tabi sadece çekim yasasına şimdiden haberin olsun, yerimi ltf ayırt diye söylemde bulunuyorum.. :))

Şimdilik hoşça ve gülümseyerek kalın!!

En kısa zamanda yeni ve farklı konularla tekrar görüşmek isterim.. ;)

Demet


Fİlmekimine yaklaşırken..

Selam Tüm Sinemaseverlere;

Filmekimi yaklaşırken acaba hangi filmler var diye araştırırken bulduklarımı da sizinle paylaşmak istedimm.. En çok dikkatimi çeken ise; Beyond the Hills, Amour, Ruby Sparks.. Bakalım bu yılki filmekiminde sürprizler neler olacak? Heyecanla bekleniyor.. :))




Beasts of the Southern Wild
Hem Sundance hem Cannes festivallerinde gösterilip birçok ödül kazanan Beasts of the Southern Wild, adından oldukça söz ettirdi. Benh Zeitlin'in ilk uzun metraj yönetmenlik deneyimi olan film, 6 yaşında bir kız çocuğunun olağanüstü hayal gücüyle birlikte annesini arama öyküsünü konu ediniyor. Filmekimi'nin de en iddialı filmlerinden biri gibi gözüküyor.
 
The Angels' Share
Palme d'Or için yarışıp Jüri Özel Ödülü'yle dönen The Angel's Share, usta yönetmen Ken Loach'un son filmi. "Viski sevenler kaçırmasın!" diye tanıtılan film, bir grup arkadaşın yaşadıklarını komedi unsurunu kullanarak anlatıyor.
 
Beyond the Hills
Aynı yetimhanede büyümüş iki kadının öyküsünü anlatan Beyond the Hills, yine iddialı yapımlardan. Christian Mungiu 2007'de Cannes'da Altın Palmiye kazandığı 4 Months, 3 Weeks and 2 Days'den sonra bu kez festivalden En İyi Senaryo Ödülü ile ayrıldı. Başrol oyuncuları Cosmina Stratan ve Cristina Flutur ise yine Cannes'da En İyi Kadın Oyuncu Ödülü'nü paylaştılar.
 
The Hunt
Cannes'da beğeni toplayan ve festivalden 3 ödülle ayrılan film, küçük bir kızı taciz ettiği iddiasıyla hayatı değişen bir öğretmenin öyküsünü anlatıyor. The Hunt'ın aldığı ödüllerden biri de Lucas karakteriyle filmin başrol oyuncusu Mads Mikkelsen'e ait.
 
Amour
Filmekimi'nin muhtemelen en çok ses getirecek filmi olan Amour, yaşayan en önemli  sinema ustalarından Michael Haneke'nin son filmi. Cannes'da Palme d'Or'a layık görülen, yaşlılık ve aşk temaları çerçevesinde şekillenen filmin oyuncu çifti Jean-Louis Trintignant ve Emmanuelle Riva''nın oldukça etkileyici performanslar sergilediği konuşuluyor. Filmin bir diğer dikkat çeken oyuncusu ise Haneke'nin vazgeçilmezlerinden Isabelle Huppert. Haneke'den farklı ve taze bir başyapıt Filmekimi'nde.
 
Like Someone in Love
İranlı ünlü yönetmen Abbas Kiarostami'nin Japonya'da Japon oyuncularla çektiği film, genç bir kadınla yaşlı bir adamın Tokyo'da geçen öykülerine odaklanıyor. Usta yönetmenin bu son filminde eski gücünü kaybettiği konuşulsa da Like Someone in Love festivalin en çok merakla beklenen filmlerinden olacaktır.
 
Ruby Sparks
Diğerleri kadar heyecan yaratmasa da, Little Miss Sunshine'ın yönetmeni Jonathan Dayton'ın yönetmenlik koltuğunu paylaştığı Ruby Sparks, Filmekimi'nin en eğlenceli seyirliklerinden birini vaad ediyor. Film, yazmakta zorlanan bir romancının, kendisine aşık olabileceğini düşünerek yarattığı karakterin yaşayan bir kadına dönüşmesini konu ediniyor.
 
7 Days in Havana
Cannes'da Regard Hope Ödülü'ne aday gösterilmiş, yedi farklı yönetmenin çektiği, yedi kısadan oluşan film Havana'da geçen yedi günü anlatıyor. Yönetmenler ekibi ise Laurent Cantet, Benicio Del Toro, Julio Medem, Gaspar Noé, Elia Suleiman, Juan Carlos Tabío ve Pablo Trapero'dan oluşuyor.
 
The We and the I
Eternal Sunshine of the Spotless Mind filmi ile büyük başarı kazanan, fakat daha çok video klipleriyle tanınmış olan yönetmen Michael Gondry'nin son filmi. Aynı otobüs hattını kullanan bir grup gencin öyküsü üzerinden ilerleyen film, 2012 Cannes Film Festivali'nin "Directors' Fortnight" bölümünde gösterildi. 

Haftasonu yeni keşiflerim..

Merhaba Herkese;

Haftanın ilk günü öncelikle günaydın derken, iyi, mutlu ve enerjik bir hafta dilerim tabi ki kalbi ve aklı güzellik ve iyilik için paralel yaşayanlara.. :)

Bu haftasonu, biraz deniz havası, biraz kahve molası derken akşama da kötü enerjileri atıp eğlenebileceğimiz mekanlara doğru yol aldım..

İlk olarak sabahın köründe ayağa dikildiğimden ki bi yandan iyi oldu, günü değerlendirebildim.. Öğlen önce alışveriş sonrasında karın acıkmasını gidermek için yaramazlık yapıp pizza yedim (yummy yummy!! En son geçen yıl yediğim için sonuna kadar büyük boyun yarısını yemek hakkımdır :) ) sonrasında yenilenleri eritmek gerekir ki vicdanen rahatsız olmayayım diye Etiler'den Bebek'e iniş oradan Rumelihisar'ına kadar yürüyüş sonrasında kahve molası kahveler bittikten sonra yürüyüşe devam.. Yaklaşık 1saat 30 dk. yürüyüşün ardından vicdanen rahat bulunmakta olup eve doğru yol aldım.. Biraz dinlenip çay keyfi yapıp akşama hazırlanmak gerekir..

Akşam 19:30-20:00 gibi buluşacağım kişi, yaklaşık 21:30 gibi geldiğinden (cumartesi günü çalıştığından karşıdan bu tarafa geçmesi trafik yoğunluğundan dolayı) kendimi birçok kalabalığın içinde bir,iki bira içip kitabımı okuyarak bekledim.. Her olumsuz durumu, olumluya çevirmek gerekir diye düşünenlerdenim.. Etrafımda bulunan bir ortamın bikaç kişisinin argo konuşmasından rahatsızlığımdan kulaklığımı takıp Barry White eşliğinde kitabımı okumaya devam ettim, beklenilen zaman güzeldi.. Derken beklenen kişi geldi ve yüzümde gülücüklerle karşıladım, oradan kalkıp değişik bi şeyler yapalım diye yol aldık.. Ben Romeo&Juliet'i görememiştim oraya uğrayalım derken yeri bulduk fakat el değiştirmişti ve yeni mekan yaş ortalaması ve eğlence anlayışı değişik bi boyut kazanmış ve kendimizi direkt dışarı attık..

Nereye gitsek derken bir yer bulduk ki tam bizlikti.. Ben meyveli içkileri çok severim, gittiğimiz yer meyveli kokteyllerden oluşan 1001 çeşit shotları olan ayakta, eğlence öncesi, göz zevkine ve tad duyusuna %100 hitap eden bir yer.. 5 çeşitten 10 shotı 5 dakikada diktik kafaya ve acayip güzel geldi.. Oradan çıkıp Danimarka bar tarzı bi yeri görünce beğendik girsek mi derken Sangria yazdığını gördük artık sorgusuz sualsiz içeri girmeliydik.. Sangriamızı barmen hazırlayıp sürahi de ikram etti.. O shotların üzerine kokteyle devam etmek bizim için çok eğlenceli geldi.. Fonda 80'ler, 90'lar daha ne olsun ki.. Hem kulaklarımızın duydukları, hem tat alma duyumuz hem danslarımızla gece mükemmel devam etti.. Gecenin sonunda evlerimize, dudaklarımızda koca gülümsemelerle gittik ve direkt yatağa kendimi atıp mışıl mışıl uykuya daldım.. :))

Şimdilik haftasonu maceram bu kadar..

Umarım okurken keyif almışsınızdır çünkü ben keyifle yazdım :))

Görüşmek üzere

Kendinize her zamankinden daha fazla şans tanıyın ve yaşatın :))










Demet