28 Aralık 2012 Cuma
24 Aralık 2012 Pazartesi
Kocaman bahçemdeki çiçeklerimin kış güneşi...
Hayatta her şey aşka dairdir.. Sevgi ve aşkla yapılan her şey daha bir güzel ve sıcaktır..
Bu öyküde, aşkla yaşanılan hislere dair..
Hayatın en çok sevdiğim yanlarından biri, heran ne olacağı belli olmayan tatlı tesadüfleri ve sürprizleridir. Yine öyle anlardan bir anda; seninle tanışmamız tesadüf üzerineydi. Bir gün; herhangi bir günlerden farklı olmayan bir gün. Hayatın getirdikleri, heran ne olacağı belli olmayan sürprizleriyle, umutla baktığım herhangi bir gün işte. Hiç tahmin edemeyeceğim güzelliklerin geleceğinden bi haber tanıştım seninle!
Tanıştığım an nasıl planlanmadıysa, ondan sonraki günlerde, ne aklımda ne de kalbimde planlanmadan gelişti.
Acısıyla, tatlısıyla geçen uzun zamanın ardından, söyleyebileceğim; "iyi ki tanımışım seni!"
Yaşamımda, iyi ve kötü çoğu ilklerimi seninle yaşadım. Sevgimi, ilmik ilmik işledim, sevgim, bir damladan çağlayana hatta bir ırmağa dönüştürürken, kimi zaman dere olarak kalsın dedim, korktum çünkü!
Ya damlalar azalıp, çöle dönüşürse yüreğimiz diye...
Ama şunu da seninle öğrendim; ne olursa olsun, karşındaki sevgiye inanırsa, mücadele ve emek, damlaya damlaya çağlayanlardan yol bulup engin denizlere ulaşır. Ulaştıkça okyanuslara ulaşması bir umut olmadığını anladım.. Çünkü konuşmalarımızın en önemli anlarında; sonsuzluk geçmişti birbirimize ilk inanışımızda!
Artık denize ulaşanı, kolay kolay hiçbir neden çöle dönüştüremezdi. Aşkımız, doğada, gökyüzünde, mevsimlerde yeşerdi. Güneşi doğurdu, batırdı. Hazanı yaşattı, baharda aşkı tazeledi, yaz sıcaklığıyla neşelendirdi, soğuk kış günlerinde de her ne kadar bembeyaz karlarda yağsa, ayazda kesse, içimizi ısıtan bu sevgi oldu.
Aşkımız artık dört mevsim, yeşerse de solsa da, meyvesini verse de, vermese de yaşamda sağlam kökleriyle kocaman ağaca dönüştü. Bu kocaman ağacımızın etrafını harika bir bahçeyle donattık. Bu küçücük ama kocaman dünyamıza çok şeyler sığdırdık ki hala eksik kalan kocaman parçalar olsa da! Olmalıydı da!
Dünyaımıza katacağımız her heyecan, güzelliklerle bu muhteşem bahçemizin keyfini çıkarıp huzur bulacağımız, sığınacağımız en dayanıklı yerimiz olmalıydı. Bundan hep bir heyecanla birbirimize gelmeliydik.
Böyle bir sevginin ilmik ilmik kocaman bahçeye dönüşmesinin ardından, geriye kalan şu ki; senin için aşk için, harfler toplamıştım, çiçek çiçek. Menekşeler, zambaklar, laleler, güller...Hepsi aşk içindi. Ama ellerimi kestiler. O masum ve güzel olan çiçekler. O son çiçekti elimi kesen. Yolundu kocaman bahçe. Artık, o çiçekler bir çelenk. Harflerden demet yaptım. Hece hece.. Aklımda bu anılar.. Sancılarımla bağladım geceleri.. Gözyaşlarımla suladım, bu muhteşem bahçemizi. Ama kurudu. Artık ben senin için son "demet"tim bu bahçemizde! Senin için heceleri bağladım birbirine.. Kelime kelime bu güzel hislerimi yazmak için.. Şimdi ise; lokmalar boğazımda düğümlendi.. Gülerken ağladım.. Yandım... Artık o son alevdi.. Aç gözünü... Biz yandık aşk için, sen hala duymaz, görmez, sağır ve kör.. Bak şimdi gidenlerin arkasından.. Hepsi bizim içindi, bu bahçe, emek, güzellikler ve mutluluklar.. Yolundu bahçe.. Artık o son çelenkti..
Demet..
Not: Son kullanılan şiir tadında yazılanlardan Bekir Çoşkun cümleleri de mevcut.. Yoksa bu hislerden sonra hissetiklerimi ancak Bekir Çoşkun'un yazısı tanımladı..
Bu öyküde, aşkla yaşanılan hislere dair..
Hayatın en çok sevdiğim yanlarından biri, heran ne olacağı belli olmayan tatlı tesadüfleri ve sürprizleridir. Yine öyle anlardan bir anda; seninle tanışmamız tesadüf üzerineydi. Bir gün; herhangi bir günlerden farklı olmayan bir gün. Hayatın getirdikleri, heran ne olacağı belli olmayan sürprizleriyle, umutla baktığım herhangi bir gün işte. Hiç tahmin edemeyeceğim güzelliklerin geleceğinden bi haber tanıştım seninle!
Tanıştığım an nasıl planlanmadıysa, ondan sonraki günlerde, ne aklımda ne de kalbimde planlanmadan gelişti.
Acısıyla, tatlısıyla geçen uzun zamanın ardından, söyleyebileceğim; "iyi ki tanımışım seni!"
Yaşamımda, iyi ve kötü çoğu ilklerimi seninle yaşadım. Sevgimi, ilmik ilmik işledim, sevgim, bir damladan çağlayana hatta bir ırmağa dönüştürürken, kimi zaman dere olarak kalsın dedim, korktum çünkü!
Ya damlalar azalıp, çöle dönüşürse yüreğimiz diye...
Ama şunu da seninle öğrendim; ne olursa olsun, karşındaki sevgiye inanırsa, mücadele ve emek, damlaya damlaya çağlayanlardan yol bulup engin denizlere ulaşır. Ulaştıkça okyanuslara ulaşması bir umut olmadığını anladım.. Çünkü konuşmalarımızın en önemli anlarında; sonsuzluk geçmişti birbirimize ilk inanışımızda!
Artık denize ulaşanı, kolay kolay hiçbir neden çöle dönüştüremezdi. Aşkımız, doğada, gökyüzünde, mevsimlerde yeşerdi. Güneşi doğurdu, batırdı. Hazanı yaşattı, baharda aşkı tazeledi, yaz sıcaklığıyla neşelendirdi, soğuk kış günlerinde de her ne kadar bembeyaz karlarda yağsa, ayazda kesse, içimizi ısıtan bu sevgi oldu.
Aşkımız artık dört mevsim, yeşerse de solsa da, meyvesini verse de, vermese de yaşamda sağlam kökleriyle kocaman ağaca dönüştü. Bu kocaman ağacımızın etrafını harika bir bahçeyle donattık. Bu küçücük ama kocaman dünyamıza çok şeyler sığdırdık ki hala eksik kalan kocaman parçalar olsa da! Olmalıydı da!
Dünyaımıza katacağımız her heyecan, güzelliklerle bu muhteşem bahçemizin keyfini çıkarıp huzur bulacağımız, sığınacağımız en dayanıklı yerimiz olmalıydı. Bundan hep bir heyecanla birbirimize gelmeliydik.
Böyle bir sevginin ilmik ilmik kocaman bahçeye dönüşmesinin ardından, geriye kalan şu ki; senin için aşk için, harfler toplamıştım, çiçek çiçek. Menekşeler, zambaklar, laleler, güller...Hepsi aşk içindi. Ama ellerimi kestiler. O masum ve güzel olan çiçekler. O son çiçekti elimi kesen. Yolundu kocaman bahçe. Artık, o çiçekler bir çelenk. Harflerden demet yaptım. Hece hece.. Aklımda bu anılar.. Sancılarımla bağladım geceleri.. Gözyaşlarımla suladım, bu muhteşem bahçemizi. Ama kurudu. Artık ben senin için son "demet"tim bu bahçemizde! Senin için heceleri bağladım birbirine.. Kelime kelime bu güzel hislerimi yazmak için.. Şimdi ise; lokmalar boğazımda düğümlendi.. Gülerken ağladım.. Yandım... Artık o son alevdi.. Aç gözünü... Biz yandık aşk için, sen hala duymaz, görmez, sağır ve kör.. Bak şimdi gidenlerin arkasından.. Hepsi bizim içindi, bu bahçe, emek, güzellikler ve mutluluklar.. Yolundu bahçe.. Artık o son çelenkti..
Demet..
Not: Son kullanılan şiir tadında yazılanlardan Bekir Çoşkun cümleleri de mevcut.. Yoksa bu hislerden sonra hissetiklerimi ancak Bekir Çoşkun'un yazısı tanımladı..
23 Aralık 2012 Pazar
12 Aralık 2012 Çarşamba
Cilt, Saç ve Kadın Bakımına Dair Esintiler..
Cilt, Yüz, El, Vücut ve Dudak Bakımı:
Vücudum bana yaşam şartlarımda, en iyi şekilde hizmet eden, mükemmel bir bütünüm olarak ona iyi bakmakta benim şükranlığım olmalı.. :)) Birazda olaya, Osho felsefesiyle baktım :)) Vücudumu saran derime karşı, bakımımda hassas bir insan olarak; bugün bakım üzerine yeni tanıştığım markalardan, vazgeçemediğim markalara kadar edindiğim bilgileri ve tecrübeleri paylaşacağım..
Öncelikle el bakımında kullandığım ürünüm Neutrogena'nın el kremidir.. Hem yağlı olmaması hem de sürüldüğü anda yumuşacık yapıp,diğer kremlere göre elde hissedilen o krem yapışkanlığını bulundurmamasından dolayı tercih sebeplerimden biridir. Ayrıca Vaseline'nin el kremi içinde iyi yorumlar aldım onu da bir ara deneyeceğim.. Denedikten sonra bilgi paylaşımını tekrar yaparım.. :))
Kirpik ve kaşlarım için badem yağı kullanıyorum, hem canlı olmasını hem de sağlıklı uzamasını sağlıyor.
Dudak bakımım için ise; vazgeçilmez olan ve sürüldüğü anda hızlı ve kalıcı etkisiyle, Burt's Bees tercihimdir.
Vücut losyonu olarak hem kokusu hem de besleyiciliği bakımında vanilyalı alman marka losyonumu kullanıyorum.. Bu ara, yine yeni denemekte olacağım Body Butter olacak..
Cilt bakımım için ise; yüz temizleme jeli ve peelinginden memnun kaldığım Neutrogena ürünlerini kullanıyorum.. Cildim biraz hassas olduğu için, her türlü marka uygun gelmiyor.. Bundan dolayı en çok zorlandığım ürünler nemlendirici ve tonik gibi bakım ürünleri maalesef..
Yeni tanıştığım marka; Kiehl's.. Kısa bir araştırma sonucunda en çok etkileyen yanı, 1851'de eczane olarak kurulan bu marka, bu yıllara kadar dönemselleşerek, kozmetik ürünlerine kadar aşama aşama kat ettikleri başarı hikayesidir.. Bu başarı hikayesinde en önemli olan ise; ürünlerinin hepsinin bitkisel ve doğal ürünlerden özenerek hazırlanması.. Bu araştırmalarım doğrultusunda, mağazasını ziyaret ettim ve cilt analizimden sonra cildime uygun olan ürünleri seçtik ve markanın iddaası; 28 günlük kullanımdan sonra mükemmelleşecek garantiyi vermiş olması.. Kullandığım ürünleri;
Ultra Facial Oil Free ve Calendula Herbal Extract Alcohol-Free Toner.. Bakalım; bu marka cildime bu kadar iddialı yaklaşımıyla iyi gelecek mi? Bu arada, etraftan aldıkları tepkiler ve yorumlarda aksini söylememekte olduğunu da araştırdım tabi ki.. :))
Saç Bakımı, Saç Şekillendirici, Vücut Kokusu Bakımı:
Cilt hassaslığım gibi saçlarımla yaşla birlikte hassaslaşmaya başladı.. Teenage zamanlarında saçlara röfle ile işlem yaptırırsam, yaş ilerleyince ne kadar koyu renge geçsekte, zamanında saç fazlasıyla oriel ile açılıp zayıfladı.. :( Ne kadar bakım yaparsanız yapın.. ( Saçları erken yaşta röfle yaptırmayın, diyen büyüklerimi dinlememenin pişmanlığını şuan yaşıyorum maalesef) Benim saçlarım bir lastik tokayla iki kere bağlanmakta zorlanacağım kadar gürdü.. Neyse, konum aslında dökülen saç problemimdi.. İmdadıma Sebamed yetişti.. Diğer şampuan ve balsam ürünlerine göre biraz pahalı ama değer bence..
Sebamed'den önce kullanığım ürün; Bioblas'tı ama istediğim sonucu alamadım.. Bu markanın sadece şekillendirici ve maskesini arada bir kullanıyorum.. Saç şekillendirici olarak asıl tercihim, ıslak görünüm sağlayan tonik fakat bunu bizim ülkede bulmak oldukça zor.. Avustralya'dan getirttiğim tonik ürününü, maalesef artık hiçbir yerde bulamıyorum.. :(( Bu aralar Loreal'in ıslak görünüm sağlayan bir ürününü deniyorum, önceki toniğim kadar mükemmel etkisi yok ama ağırlaştırmadığından saçıma istediğim şekli verebiliyorum..
Günlük kullanımlarımda ise; Nivea'nın iz bırakmayan mumunu ve deodarantının yanında Emporio Armani vazgeçemediğim kokularımdan biridir.. Diğer vazgeçilmezim ise; Christian Dior Hypnotic Poison'dur.. Yeni deneyeceğim koku ise; Chloe Love (pudralı olan) bakalım bu koku bende nasıl etki edecek.. :))
Tabi bu kadar markanın ürününü kullanırken, bunlardan mucize beklemek biraz haksızlık olur.. Bunların yanında iyi ve sağlıklı beslenmek (Bununla ilgili Sn. Prof. Dr. Canan Efendigil Karatay'ın beslenme piramidini paylaşıyorum), spor yapmak, bol bol su içmek ve olumlu bakış açısıyla hayata bakmak ve yaşamımızı kolaylaştıracak yöntemlere de başvurmamız gerekir.. Böylece ışıl ışıl bakarken parıldıyalım yaşama.. :))
Herkese güzel, sağlıklı, bakımlı ve mutlu bir yaşam dileğiyle...
Demet.
Vücudum bana yaşam şartlarımda, en iyi şekilde hizmet eden, mükemmel bir bütünüm olarak ona iyi bakmakta benim şükranlığım olmalı.. :)) Birazda olaya, Osho felsefesiyle baktım :)) Vücudumu saran derime karşı, bakımımda hassas bir insan olarak; bugün bakım üzerine yeni tanıştığım markalardan, vazgeçemediğim markalara kadar edindiğim bilgileri ve tecrübeleri paylaşacağım..
Öncelikle el bakımında kullandığım ürünüm Neutrogena'nın el kremidir.. Hem yağlı olmaması hem de sürüldüğü anda yumuşacık yapıp,diğer kremlere göre elde hissedilen o krem yapışkanlığını bulundurmamasından dolayı tercih sebeplerimden biridir. Ayrıca Vaseline'nin el kremi içinde iyi yorumlar aldım onu da bir ara deneyeceğim.. Denedikten sonra bilgi paylaşımını tekrar yaparım.. :))
Kirpik ve kaşlarım için badem yağı kullanıyorum, hem canlı olmasını hem de sağlıklı uzamasını sağlıyor.
Dudak bakımım için ise; vazgeçilmez olan ve sürüldüğü anda hızlı ve kalıcı etkisiyle, Burt's Bees tercihimdir.
Vücut losyonu olarak hem kokusu hem de besleyiciliği bakımında vanilyalı alman marka losyonumu kullanıyorum.. Bu ara, yine yeni denemekte olacağım Body Butter olacak..
Cilt bakımım için ise; yüz temizleme jeli ve peelinginden memnun kaldığım Neutrogena ürünlerini kullanıyorum.. Cildim biraz hassas olduğu için, her türlü marka uygun gelmiyor.. Bundan dolayı en çok zorlandığım ürünler nemlendirici ve tonik gibi bakım ürünleri maalesef..
Yeni tanıştığım marka; Kiehl's.. Kısa bir araştırma sonucunda en çok etkileyen yanı, 1851'de eczane olarak kurulan bu marka, bu yıllara kadar dönemselleşerek, kozmetik ürünlerine kadar aşama aşama kat ettikleri başarı hikayesidir.. Bu başarı hikayesinde en önemli olan ise; ürünlerinin hepsinin bitkisel ve doğal ürünlerden özenerek hazırlanması.. Bu araştırmalarım doğrultusunda, mağazasını ziyaret ettim ve cilt analizimden sonra cildime uygun olan ürünleri seçtik ve markanın iddaası; 28 günlük kullanımdan sonra mükemmelleşecek garantiyi vermiş olması.. Kullandığım ürünleri;
Ultra Facial Oil Free ve Calendula Herbal Extract Alcohol-Free Toner.. Bakalım; bu marka cildime bu kadar iddialı yaklaşımıyla iyi gelecek mi? Bu arada, etraftan aldıkları tepkiler ve yorumlarda aksini söylememekte olduğunu da araştırdım tabi ki.. :))
Saç Bakımı, Saç Şekillendirici, Vücut Kokusu Bakımı:
Cilt hassaslığım gibi saçlarımla yaşla birlikte hassaslaşmaya başladı.. Teenage zamanlarında saçlara röfle ile işlem yaptırırsam, yaş ilerleyince ne kadar koyu renge geçsekte, zamanında saç fazlasıyla oriel ile açılıp zayıfladı.. :( Ne kadar bakım yaparsanız yapın.. ( Saçları erken yaşta röfle yaptırmayın, diyen büyüklerimi dinlememenin pişmanlığını şuan yaşıyorum maalesef) Benim saçlarım bir lastik tokayla iki kere bağlanmakta zorlanacağım kadar gürdü.. Neyse, konum aslında dökülen saç problemimdi.. İmdadıma Sebamed yetişti.. Diğer şampuan ve balsam ürünlerine göre biraz pahalı ama değer bence..
Sebamed'den önce kullanığım ürün; Bioblas'tı ama istediğim sonucu alamadım.. Bu markanın sadece şekillendirici ve maskesini arada bir kullanıyorum.. Saç şekillendirici olarak asıl tercihim, ıslak görünüm sağlayan tonik fakat bunu bizim ülkede bulmak oldukça zor.. Avustralya'dan getirttiğim tonik ürününü, maalesef artık hiçbir yerde bulamıyorum.. :(( Bu aralar Loreal'in ıslak görünüm sağlayan bir ürününü deniyorum, önceki toniğim kadar mükemmel etkisi yok ama ağırlaştırmadığından saçıma istediğim şekli verebiliyorum..
Günlük kullanımlarımda ise; Nivea'nın iz bırakmayan mumunu ve deodarantının yanında Emporio Armani vazgeçemediğim kokularımdan biridir.. Diğer vazgeçilmezim ise; Christian Dior Hypnotic Poison'dur.. Yeni deneyeceğim koku ise; Chloe Love (pudralı olan) bakalım bu koku bende nasıl etki edecek.. :))
Tabi bu kadar markanın ürününü kullanırken, bunlardan mucize beklemek biraz haksızlık olur.. Bunların yanında iyi ve sağlıklı beslenmek (Bununla ilgili Sn. Prof. Dr. Canan Efendigil Karatay'ın beslenme piramidini paylaşıyorum), spor yapmak, bol bol su içmek ve olumlu bakış açısıyla hayata bakmak ve yaşamımızı kolaylaştıracak yöntemlere de başvurmamız gerekir.. Böylece ışıl ışıl bakarken parıldıyalım yaşama.. :))
Herkese güzel, sağlıklı, bakımlı ve mutlu bir yaşam dileğiyle...
Demet.
Etiketler:
#almondoil,
#bodycare,
#bodylotion,
#feeding,
#haircare,
#handcare,
#health,
#parfume,
#peeling,
#skincare,
#Ultra Facial Oil Free #Calendula Herbal Extract Alcohol-Free Toner
7 Aralık 2012 Cuma
Sağlıklı yaşam esintilerine dair..
Yaşamımızda sağlıklı beslenme adına doğru bildiğimizi sandığımız yanlış bilgiler!
Sağlıklı beslenme, aslında doğduğumuz günden bu yana, bilinçli tüketimle alakalıdır. Bu şu demektir; Hepimizin oluşumundaki genlerimizi oluşturulan hücreler vardır.. Bu hücreler gelişimimizden, hastalığa, psikolojik etkenlerden, tepkilerimize kadar etki ederler.. Büyümemizi sağlarken sağlıklı beslenmenin yanında bu uyuyan hastalık hücrelerini uyandırmamız gereklidir.. Hastalıklı hücrelerinden kastım; sinir ve ruhsal sorunlardan, kansere kadar olan en basitinden, en uç hastalığa kadar... Çünkü bu hastalıklar dışarıdan virüsle bulaşmaz bize, varolan hücrelerin uyanmasıyla gelişir.. Bundan dolayı, aşağıda paylaşacağım bilgiler, bu hastalıkları indirgeme adına bir paylaşımdır..
Öncelikle yanlış bildiğimiz doğrular konusu, temel besin kaynağımız yağlar;
YAĞ: Marketlerden aldığımız, hakiki zeytinyağ diye, mısırözü, ayçiçek yağı gibi yağların fabrikasyon işlemlerden geçtikten sonra, trans yağ olduklarını ve sağlımıza ne kadar büyük bir tehdit oluşturduğunu bilsek, kullanmazdık.. (bu arada bu tezlerle ilgili araştırma yapan bilimadamlarının isimleri ve kaynaklarını aşağıda tek tek belirteceğim..)
Yağlar; Omega-3, Omega-6 ve Omega-9 olarak ayrılır.. Bunlarla ilgili detaylı bilgiyi lütfen araştırın, ben sadece hangi yağda hangi faydalı molekülör isimler var onlara değineceğim. Omega-3; balık yağı, keten yağı, Omega-6; mısırözü ve ayçiçek yağı, Omega-9; Zeytinyağ ve fındık yağlarında bulunur. Bu yağların dışında, faydalı olan diğer yağ; tereyağıdır. Tabi bu yağların, fabrikasyon sürecinden geçmemiş olması önemlidir. Çünkü bu yağların, fabrikasyon sürecinden geçmesi, içindeki Omegaları azaltıp transit yağa dönüşmesiyle, uyuyan hücrelerimizi uyandırıp, sağlığımız ciddi tehditler vermesidir. Yağların kendi özelliklerine göre saklanma ve işlem görmelerine göre dayanıklılığını aşağıda belirtiyorum;
KIRMIZI ET: Kırmızı et kolesterol düşmanı olarak görülse de, bu da yanlış bildiğimiz bilgilerden biridir. Çünkü kırmızı et fazla tüketilmediği müddetçe çok faydalı ve vücudun ihtiyaç duyduğu besindir. Önemli olan inek, koyun, kuzu gibi hayvanların nasıl besletildiği ve nasıl pişirildiğidir. Mesela; ABD'de sığır (buffalo) ve domuz hayvalarının kesiminde kanları akıltılmaz ve bize göre farklı bir saklama koşulları vardır.. Bu ülkede etler 3-4 parmak kalınlığında tüketilip, üzerine de mangalda pişirildiğinde trans yağları olarak çok tehlikeli besin haline dönüşürler. Kanser nedeni olan trans yağlarıdır. Kırmızı etin kanser yaptığını bildiren çalışmaların yapıldığı ABD gibi ülkelerde, ülkemizde olduğu gibi, kuzu, keçi, koyun ve dana etleri tüketilmez. ABD'de aşırı miktarda sığır ve domuz eti tüketilir. En önemlisi de, bu hayvanlar büyüme ve yağlanma hormonu ile yağlandırılıp, geliştirilirler. Suni yemlerle beslenirler. Bu hayvanların etleri içinde oluşmuş olan 'stearik asit' ve trans yağlar asıl kanser nedenidir.
Burada da asıl önemli olan, Kırmızı etden korkmayıp, karaciğeri yağlandıran şekerler ve meyvelerden korkmaktır.
KURUYEMİŞ: Kuruyemiş ailesinden de en faydalı olmazsa olmaz olanlar, yer fıstığı, ceviz, fındık, bademdir. Bunları da meyve yerine tüketilmesi büyük önem taşır..
Bu besinlerin dışında tabi ki en önemli olanda spor! Bununla ilgili daha önce bir blog mevcuttur. :))
Kısaca sizlerle bildiğim bilgileri paylaşmak istedimm.. Sağlıklı ve uzun ömürlü mutlu yaşam dileğiyle..
Demet.
Sağlıklı beslenme, aslında doğduğumuz günden bu yana, bilinçli tüketimle alakalıdır. Bu şu demektir; Hepimizin oluşumundaki genlerimizi oluşturulan hücreler vardır.. Bu hücreler gelişimimizden, hastalığa, psikolojik etkenlerden, tepkilerimize kadar etki ederler.. Büyümemizi sağlarken sağlıklı beslenmenin yanında bu uyuyan hastalık hücrelerini uyandırmamız gereklidir.. Hastalıklı hücrelerinden kastım; sinir ve ruhsal sorunlardan, kansere kadar olan en basitinden, en uç hastalığa kadar... Çünkü bu hastalıklar dışarıdan virüsle bulaşmaz bize, varolan hücrelerin uyanmasıyla gelişir.. Bundan dolayı, aşağıda paylaşacağım bilgiler, bu hastalıkları indirgeme adına bir paylaşımdır..
Öncelikle yanlış bildiğimiz doğrular konusu, temel besin kaynağımız yağlar;
YAĞ: Marketlerden aldığımız, hakiki zeytinyağ diye, mısırözü, ayçiçek yağı gibi yağların fabrikasyon işlemlerden geçtikten sonra, trans yağ olduklarını ve sağlımıza ne kadar büyük bir tehdit oluşturduğunu bilsek, kullanmazdık.. (bu arada bu tezlerle ilgili araştırma yapan bilimadamlarının isimleri ve kaynaklarını aşağıda tek tek belirteceğim..)
Yağlar; Omega-3, Omega-6 ve Omega-9 olarak ayrılır.. Bunlarla ilgili detaylı bilgiyi lütfen araştırın, ben sadece hangi yağda hangi faydalı molekülör isimler var onlara değineceğim. Omega-3; balık yağı, keten yağı, Omega-6; mısırözü ve ayçiçek yağı, Omega-9; Zeytinyağ ve fındık yağlarında bulunur. Bu yağların dışında, faydalı olan diğer yağ; tereyağıdır. Tabi bu yağların, fabrikasyon sürecinden geçmemiş olması önemlidir. Çünkü bu yağların, fabrikasyon sürecinden geçmesi, içindeki Omegaları azaltıp transit yağa dönüşmesiyle, uyuyan hücrelerimizi uyandırıp, sağlığımız ciddi tehditler vermesidir. Yağların kendi özelliklerine göre saklanma ve işlem görmelerine göre dayanıklılığını aşağıda belirtiyorum;
- Zeytinyağ; çabuk bozulmaz, ısıya dayanıklıdır.
- Balık yağı; çabuk bozulur.
- Mısırözü ve ayçiçek yağı; açık havada bozulabilen bir yağ türüdür.
- Tereyağ (bütrik asit); dayanıklı ve faydalı bir yağdır. ( Ben tereyağını zararlı ve çok ağır bulduğumdan tüketmezdim fakat öğrendiğim bilgilerle, vücudumuzda bulunması gereken, daha doğrusu vücudun ihtiyaç duyduğu, eksikliğinde belli sinir sistemlerine zarar verebilecek olması nedeniyle, tüketilmesi şart olan bir yağ türüdür.)
ŞEKER: Şekerin varolduğu besinler; bal, reçel, pekmez, meyve, meyve suları... bu besinlerin fabrikasyon sürecinden geçmesiyle glikoz ve fruktoz değerlerinin sağlığımıza ciddi oranda zarar vermesidir. Doğal olmayan hiçbir şekerli besini kullanmamak, daha uzun ömürlü ve sağlıklı yaşamamızı sağlar.. Meyve bile, fruktoz değeri bakımından günde en fazla 2 tane tüketilmelidir. Tabi, sabit bir kiloda kalıp kilo almamak adına..
KOLESTEROL: Doğru bildiğimiz diğer bir yanlışta, kolestorelün zararlı olduğu bilgisidir..
Kolesterolün anlamı; kolesterol zengini yiyecekleri hiç ağzımıza koymasak bile karaciğer ve bağırsakların iç yüzünü kaplayan zar dokusu, her gün sürekli bir şekilde 2.5 gr taze kolesterol üretir. Yani ne yaparsak yapalım, insan organizmasında her gün 2.500 mgr taze kolesterol bulunur. Kolesterol insan vücudunun ürettiği en güçlü antioksidandır. Stres hormonunun ana maddesi kolesteroldür, bu nedenle stresli kişilerin kolesterolü koruyucu olarak yükselmektedir. Bu nedenle, stresli kişilerin kalp krizi geçirmelerinin nedeni de kan kolesterolü değil, aşırı stres olduğu bildirilmiştir. 1
Serbest oksijen radikallerinin, atar damarların iç yüzeyindeve tüm vücutta yaygın bir şekilde meydana getirmiş olduğu zedelenmenin düzeltilmesi amacı ile karaciğer fazla miktarda kolesterol yapımına başlar. Kolesterol eksikliği; sinir sisteminde, depresyonda büyük rol oynar. Yani, kısaca; yüksek kolesterolden korkmayıp, asıl korkutanın karaciğeri yağlandıran yüksek kan şekeridir.KIRMIZI ET: Kırmızı et kolesterol düşmanı olarak görülse de, bu da yanlış bildiğimiz bilgilerden biridir. Çünkü kırmızı et fazla tüketilmediği müddetçe çok faydalı ve vücudun ihtiyaç duyduğu besindir. Önemli olan inek, koyun, kuzu gibi hayvanların nasıl besletildiği ve nasıl pişirildiğidir. Mesela; ABD'de sığır (buffalo) ve domuz hayvalarının kesiminde kanları akıltılmaz ve bize göre farklı bir saklama koşulları vardır.. Bu ülkede etler 3-4 parmak kalınlığında tüketilip, üzerine de mangalda pişirildiğinde trans yağları olarak çok tehlikeli besin haline dönüşürler. Kanser nedeni olan trans yağlarıdır. Kırmızı etin kanser yaptığını bildiren çalışmaların yapıldığı ABD gibi ülkelerde, ülkemizde olduğu gibi, kuzu, keçi, koyun ve dana etleri tüketilmez. ABD'de aşırı miktarda sığır ve domuz eti tüketilir. En önemlisi de, bu hayvanlar büyüme ve yağlanma hormonu ile yağlandırılıp, geliştirilirler. Suni yemlerle beslenirler. Bu hayvanların etleri içinde oluşmuş olan 'stearik asit' ve trans yağlar asıl kanser nedenidir.
Burada da asıl önemli olan, Kırmızı etden korkmayıp, karaciğeri yağlandıran şekerler ve meyvelerden korkmaktır.
KURUYEMİŞ: Kuruyemiş ailesinden de en faydalı olmazsa olmaz olanlar, yer fıstığı, ceviz, fındık, bademdir. Bunları da meyve yerine tüketilmesi büyük önem taşır..
Bu besinlerin dışında tabi ki en önemli olanda spor! Bununla ilgili daha önce bir blog mevcuttur. :))
Kısaca sizlerle bildiğim bilgileri paylaşmak istedimm.. Sağlıklı ve uzun ömürlü mutlu yaşam dileğiyle..
Demet.
1- Kendrick M., the gerat Cholesterol Con: THE TRUTH ABOUT WHAT REALLY CAUSES HEART DISEASE AND HOW TO AVOID IT. Published by John Blake Pub. Ltd., London W14 9PB, England,2007
(diğer terimsel bilgiler; Prof. Dr. Canan Efendigil Karatay tarafından bilgilendirilmiştir. )
Etiketler:
#health,
#healthy diet,
#life,
#sağlık,
#sağlıklıbeslenme,
#spor,
#sport
23 Kasım 2012 Cuma
Sevmenin ışığında yaşamın güzelleşmesi..
Haftanın son günü, haftasonunun başlangıcında sabah bir neşe ve olumlamayla uyandım.. Tabi kafamda yine uçuşan uğurböcekleri, kelebekler ve kuşlar.. Kuşlar, bu blogu yazmama haberci olarak.. Diğerlerini de yazımın belli yerlerinde açığa çıkarak gülümseme oluşturması için.. :))
Sevmek; bilinçli veya bilinçsiz sevmek, hayatı farkında olarak yaşamayı veya sadece sevmenin verdiği enerjiyle, yaşamaya kolaylık sağlayan olumlu bir enerjidir.. Ben ilk olanı hep tercih ettim ki etmeye de devam ediyorum elimden geldiğince..
Sevmenin ana nedeni; birbirini seven çiftin meyvesi olarak dünyaya gelmek, buradan da anlaşılacağı gibi, sevginin ürünü olarak yaşama adım atıyoruz. Her ne kadar ağlayarak dünyaya gözlerimi açsakta.. O da ince detayı zaten, bunun farkında olup ona göre özü kaybetmeden ben, ben olabiliyorsam zaten yaşam mükemmel bir yer..
Sevgiyi gizlemeye neden olan etkenler olsa da ki, bu durumda kendimizi korumamız için bir bilince sahibiz.. Ne kadar bilinçlenip, kendimize olan değeri, sevgiyle eşdeğer kılabilirsek, bu durumda dışarıya karşı da otomatikman kalkan oluşturmuş oluyoruz.. Aksi takdirde, insanoğlu, avcı gibi duygusallığı kaybedip, bencilce avını mideye indirmeye çalışır.. Her ne kadar iyi insan desekte, sevgiyle zaaflarını gösterdiğin, hatta fedakarca verdiğin her insan, kendini senden önemli zanneder.. Ne yazık ki; insanın gelişiminin ilk safhalarındaki doğa insanından, şehir hayatına geçişle modernleşmişte olsa, içgüdüyü terbiye etmek çok kolay bir süreç değildir.. Değişim dediğimiz şey, egoyla birlikte bilinçli ve maneviyat olarak çelişen , kendini bulurken özünü kaybedip, kalp ile beyin arasındaki dengedir.. Bunu terbiye ettim diyen bile egosal bakar, çünkü hepimiz mutlu olmak için yaşıyoruz, insanlardan bir beklentimiz olduğundan seviyoruz.. Yoksa hepimiz kul yerine Tanrı olurduk ki, öze inince o saf ve masum sevgi ışığına daldığında, hepimizi Tanrı'nın bir parçası olarak ışıldamaya başladığımızı farkediriz... Ama her masum olan, sisle, lekeyle, kırılmışlıkla, beklentiyle, yaşama dair mutlu olma yolunda hep kirleniyoruz.. Sonra bunu farkettiğimizde yaşam denen sınavda, nerden nereye geldiğimizi farkedemiyoruz bile..
Yaşam şartlarına o kadar dalmış oluyoruz ki, o yarışta sevgi ve mutluluk denen o basit olguları yaşamaya, kendimiz evet kendimiz izin vermiyoruz.. Çünkü ondan daha iyi olmalıyım, daha iyi yaşamalıyım, daha iyi ev, daha iyi araba, dahaların devam ettiği azim ve hırsın zaman zaman yer değiştirdiği sahte hayatta varolmaya çalışıyoruz..Ne yazık ki, kendimizi arındırmak için ne tatil, ne çevre, ne de başka yöntemler.. Derin bir nefes alıp, bir dursak etrafa baksak, doğaya baksak bu bakışla kendimize bir es versek ve içimize dönsek, korkmadan! Korku ve endişeye sahip bile olsan, bunun sonucu olarak, yalnızlık seni tedirgin bile etse, içine dönüp bakabilsen; dışarısının nasıl manasız olduğunu anlayabilirsin.. Çünkü dışarıdakiler, anlık heyecan ve güzellikler; nasıl ki dünyaya elimiz boş geliyorsak, giderken de elimiz boş gidecek.. Sadece ışıldayan bir maneviyat varsa, huzurla gidebileceğiz.. Eeee bu durumda bu multuluğa ve sevgiye boşvermişlik neden!
Elimizdeki güzelliklerin ve mutluluğun farkına varsak keşke, ne kadar şanslı olduğumuzu anlayabiliriz.. Ama ego dediğimiz his, hatta egom yok benim diyenlerin bile, kendini kandırırken takındıkları haz, hepsi hepsi sahte mutlulukların bir izi.. Egosu olmayan insan bilirim ki, hayatı sonuna kadar yaşayan, gözlerinden ışıklar saçılan, mutluluk ve sevginin bir tatlı sohbette bile bulabilen, evet bu insanın egosu yoktur.. Naparsa yapsın, almadan verse, verdiğinde almasa, hayata baktığında hiçbir beklenti içinde olmayışı, samimi değil di mi, hayattan tabi ki beklentisi var yaşamak ve beslenmek için ama bilincini kullanıp fazlasıyla değil azıyla bile mutlu olan.. Bu insanın egosu yoktur.. Sen kız, istekte bulun, konuş, tartış, kendinden önce, seni anlayıp seni rahatlatıp, sonra kendine dönüyorsa bu insanda ego yoktur.. Çünkü yaşamı özümsemiş, kendini özümsemiş..
Ne yazık ki; böyle olmak çok kolay olmamakla birlikte, böyle olmayanlarla verdiğimiz mücadele de kırılıp üzüldüğümüz şeylere bakınca, çevrendeki insanın sana ne kadar değersiz baktığını anlıyorsun.. Aynaya değil, aynanın karşısında durana da değil tamamen capcanlı olana bakınca zaten değeri tartışmaya gerek kalmıyor.. Ayna değil, bakışlar o samimiyeti verebiliyorsa, konuşmadan da herşey anlaşılabilir.. Çünkü seviyorsun, nedensiz, beklentisiz! Eee bu durumda, neden değeri bu kadar basite indirgeyebiliyoruz.. A'sı, B'si mi konu, yoksa bu hisleri hissettiğin için mutluluğun meyvesi mi konu?
Hani sevgi, hani mutluluk, neyin yarışındayız, neyin savaşındayız? Mutluluk elimizden akıp gitmeden sevginin ve saygının farkındalığında, değerli anlar, günler, zamanlar, olaylar dileğiyle..
Önce kendine saygı ve sevgin, sonra nereden geldik nereye giderken etrafımızdakilere ışık.. Aksi kendini aydınlattığını sansan da, hep bir karanlık içinde mum ışığı olarak kalırız..
Puslu, yağmurlu, gecede kısaca tüm netliğini kaybetmiş anlarınızda güneş gibi içinizi ısıtıp yaşamınızı aydınlatacak farkındalıklar dilerimm..
Demet..
14 Kasım 2012 Çarşamba
Spor ile hayatın stresine karşı enerji esintisi.. :))
Her gün hayatımızda stres, hüzün, sevinç, mutluluklar, gerginlikler, etki tepkiler, kısaca hayat karmaşasında yaşamı daha da yoğunlaştıran biz insanların, iyi hissetmek ve enerjik olmak için birbirimize çok az fayda sağlıyoruz.. Bundan dolayı alternatif bulmak kaçınılmaz oluyor.. Kendimize dönük yöntemler bulmak zorunda kalıyoruz. Başka türlüsü kaosa sokup, depresip moda sokabilir.. :))
Benimde alternatiflerimden biri tabi ki sağlıklı yaşam ve sağlıklı zihin için spor..
Hayatımda spor hep olmuştu ama istikrarlı şekilde olamamıştı maalesef.. Lise yıllarında voleybol, ortaokul zamanında jimnastik, çocuklukta bisiklet :) derken hepsi kursağımda kalıp bırakmak zorunda kalmıştım.. Geçen yıldan bu yana ise, düzenli spor yaparak geçmişin eksikliğini kapatmaya çalışıyorum.. Bundan sonra da olmazsa olmazlar arasında spor olacağı kesin, çok büyük bir aksilik ve sağlık sorunu olmadığı müddetçe..
Haftada en az 3 en fazla 6 gün spor yapmaya çalışıyorum.. :)) bayramdan beridir biraz saldım, yemek yemek, içmek ve bi milimum hayat eğlencelerine dalarken sporumu biraz aksattım, haftada 1'e düşürdüm..
Bu yeni haftayla birlikte hem rejim (rejimden kasıt kendimi zora sokup aç kalmak değil tabi ki, bu mantıktaki rejimlere karşıyım) hem spor, hem de meditatif sporlara ağırlık verdim..
Benimde alternatiflerimden biri tabi ki sağlıklı yaşam ve sağlıklı zihin için spor..
Hayatımda spor hep olmuştu ama istikrarlı şekilde olamamıştı maalesef.. Lise yıllarında voleybol, ortaokul zamanında jimnastik, çocuklukta bisiklet :) derken hepsi kursağımda kalıp bırakmak zorunda kalmıştım.. Geçen yıldan bu yana ise, düzenli spor yaparak geçmişin eksikliğini kapatmaya çalışıyorum.. Bundan sonra da olmazsa olmazlar arasında spor olacağı kesin, çok büyük bir aksilik ve sağlık sorunu olmadığı müddetçe..
Haftada en az 3 en fazla 6 gün spor yapmaya çalışıyorum.. :)) bayramdan beridir biraz saldım, yemek yemek, içmek ve bi milimum hayat eğlencelerine dalarken sporumu biraz aksattım, haftada 1'e düşürdüm..
Bu yeni haftayla birlikte hem rejim (rejimden kasıt kendimi zora sokup aç kalmak değil tabi ki, bu mantıktaki rejimlere karşıyım) hem spor, hem de meditatif sporlara ağırlık verdim..
* Pazartesi spinning ile start verildi.. |
Kick-box yapmak istiyorum |
* Salı ise yine spinning ve ardından bir ders daha strecth and tone ile güzelce esnenip kaslar rahatlatıldı..
Sonra mı keyif zamanı tabi.. :)) yanda görüldüğü üzeri ki bu bir bölümü.. :))
Önce atıştırmalık akşam yemeğim; yani meyvem, sonra kahve keyfimm...
* Çarşamba günü pilates ile rahatlama ve sıkılaşma.. Bugün, yoğun bir program yapmadan akşam dizi ve film keyfi tabi ki.. :))
Arada hobilere de yer vermek gerekir ki diğer rahatlama alternatiflerine yeni ufuklar açılsın..
* Perşembe günü ise, en çok kalori yakıp eğlendiğim dersim, Tae-bo yapmayı planlıyorum..
Hatta enerjim kalırsa ki enerjisi bol bir insanım, squash maçına hayır demem.. :))
* Cuma günü, tekrar spinning veya hareketlerimi yapıp hafta sonuna hazırlanmayı planlıyorum..
* Cumartesi, gymball ile sıkı karın kasları ve vücut sağlamak için yapılması düşlenen ağır ders..
* Eğer pazar günü özel bir durum yoksa veya tembellik çökmezse, önceki blogumda da yazmıştım; pazar günlerinin kahvaltı ve keyif anlarını çok severim..Bu anlar fazla uzamazsa, tenis, squash, havuz keyfine hayır demem..
Bir hafta bu şekilde sporumu düzenli yapınca dünyanın en enerjik ve mutlu insanı oluyorum... Güçlü bir şekilde hayata karşı dimdik durabiliyorum.. :))
Hayat karmaşasından ve sağlıksız bir sürü beslenme, stres, yoğunluğunun yanında, herkese spor yapmayı tavsiye ediyorum.. Hem dış görünüm hem de içsel olarak -en özelinden mutluluk hormonu salgılatıyor- en rahatlatıcı ve sağlıklı yaşam biçimi bence..
Buna bir de yogayı, daha doğrusu kundalini yogayı eklersem benden mükemmeli olmaz.. :))
Bu arada doğasever olarak bu kadar spor salonuna tıkılıp kalmayı tabi ki her zaman tercih etmiyorum.. Özellikle hafta sonları sahil yürüyüşlerim, ormanda yürüyüş hatta bisiklete binmek bu metropol şehirden biraz uzaklaşabilmek bana meditasyon gibi etki yaptığından dolayı, bu aktivitelerde, alternatiflerim arasındadır..
Eğer kendimizi mutlu kılamazsak ne çevremize, ne kendimize, en önemlisi hayata karşı mücadelemizde zayıf düşüp, hep yenilgilerle dolu, hatta bu olumsuzluğa bir de şans etkeni bakış açısıyla, şansımızda yoksa dersek 3 günlük dünyada sınavımızı başarısız verebiliriz.. Böylelikle de yaşam bize sıkıntıdan başka kendimizden götürdükleriyle bilinçsiz bir sınav verebiliriz.. Her zaman olumluluk farkındalığı doğruru bana göre hem kendimize hem hayat dair.. Korku gider, güven gelir, güvenle birlikte imkansız kalkar ve hayat sen benimle değil, ben seninle uğraşırım şımarıklığına kavuşabiliriz.. En azından bende öyle.. :))
Herkese sağlıklı ve güzel enerjilerle dolu bir yaşam ve aura umuyorum... ;)
Demet...
12 Kasım 2012 Pazartesi
Haftanın ilk günü mutluluk esintileri.. :))
Haftanın ilk günüyle birlikte, (kasımın diğer günlerine de bu arada) iyi ve sevgi bakış açısıyla güzelliklere merhaba dedim.. :)) daha doğrusu bugün, mutluluğu mu, yoksa mutsuzluğu mu seçmeliyim diye seçim yaptım.. :))
Kasım ayı, sonbahardan sonra kışa girerken başka bir aydır.. Filmlere, romanlara bile konu olmuş, yani bana yine iyi bakmak için bahane aslında :))
Hafta sonum, cumadan itibaren güzel, gizemli, çelişkili, mutlu ve huzurlu olmanın yanında, iyi olan herşeyin bir bedeli olur gibi geçti.. :))
Dün izlediğim bir filmin konusundan alıntı olarak; "Yaşamda, iyisiyle ve kötüsüyle herşeyin bir bedeli vardır" sözü bende birçok olguları canlandırdı ki haftasonumda böyle geçti zaten.. Dünün filmi haftasonumun anlatımına eşdeğer olurken hafta başlangıcımda yazıma esin kaynağı oldu..
Hayat dediğimiz kısır döngü, kendi dünyamızın dışında varolmamızı sağlayan, daha doğrusu bizi konumlandıran sınav yeri bana göre..
Çocukluğumdan bu yaşa kadar ana felsefem; ne kadar büyürsen büyü, içindeki çocuğu kaybetme! Bu bakış açım, kendimi hep bir adım ötesine geçerken, yardımcı olan enerji kaynağım olarak gördüm.. Bazen kırıldı, küstü, bazen çok mutlu edildi, ama yine kırıldı, en iyisi kendi kendine söz verip öncelikle kendini mutlu etmen, sonrasında mutlu olman,mutlu olmalarını sağlamak...Bundan sebeptir ki; kim ne yaparsa yapsın, sen mutlu olduğun için, dışardan gelen en ufak şey, sana daha da güzel bir enerji katacaktır.. diye düşünüp farkına vardığım, daha doğrusu felsefe edindiğim yaşam biçimi, son zamanlarda sekteye uğruyor, ben pes etmek istemesem de, enerjimin düşüp kafamın karışıklaştığı su götürmez bir gerçek olarak, soğuk bir rüzgar gibi yüzüme vuruyor...
Mutlu olmak, sen mutluysan, etrafında mutlu olan insanlar olmayınca, senin bi şeyler yapıp mutlu etmen gerekiyor çünkü enerji sende...Bu duygusal bir bakışın adımı! Peki ya, mantık olarak beyin yorgun düşüp, üzerine düşüncelerde binince ne oluyor.. Tabi ki etki tepkinin sonucunu kontrol etmeye çalışsan da içindeki dürtü, hislerinle seni yanıltabiliyor.. Gerçeği aramaya düşüyorsun... Gerçek, mutluluk verir mi? Hayır çünkü kimse gerçeğin ta kendisiyle tanışamıyor.. Bu gel gitler içinde, içine dönüp yalnız kalmak istiyorsun çünkü bir spiral gibi, hayatın yaşanmışlığındaki olaylar, saflığı öldürüyor ve bu spiral içinde kaybolmaya başlıyorsun...
Bu durumda, kendi dünyanın içinde meditatifliği aktif hale getirmenin metazorluğu baş gösteriyor..
Aslında basit ve saf olan duyguyu yaşamak en kolayı ama biz insanlar bunu zorlaştırıyoruz.. Neden; ya zamanında yaşanamamış duygular, zamanı gelince yerine bıraktığı kırgınlıklar.. Ya da ne istediğini bilirken, eminken, enerji yanılsamalarla emin olduğundan, emin olamama ve yaşanacak güzellikleri yine erteleme.. Çünkü hepimiz egomuzun içinde birilerine, hayata bi şeyleri ispatlama derdinde, bu durumda ne oluyor? Kendimize söz verdiğimiz yaşamı erteliyoruz.. Ne için, neden? Hani içimizdeki sesi dinlemeliydik.. Hani zamanı gelmişti, basit ve safça içinden geldiği gibi yaşamalıydık.. Ne gerek var di mi bunca anlamsız şeylere..
Elinde ve içinde kimsede olmayan, herkesin arayıpta bulamadığı güzellikler varken, onu doyasıya yaşamak yerine napıyoruz; dünden bugüne gelenlere değil, bugünden ortaya çıkan yanılsamalarla aslında egomuzu mutlu ediyoruz.. Bi zaman geldiğinde egonun oynundan yorulup ben ne yaptım, aslında istediğim bu değildi ve yorgunum artık dememek için lütfen, zamanı gelen şeyleri, sıkı sıkı tutalım.. Ya geçmişte kalalım, kırgınlıklarımızla boğuşalım ve ego mutlu olsun ya da bugün senin istediklerin gözlerinin önündeyken, geçmişin oynuna takılıp geleceğimizi de harap etmeyelim..
Hakettiğimiz içimizdeki saf ve güzel sevgiyle buluşup bugün kavuştuklarımızla meditasyon yapmak!
Umarım, hayata yetişmek için içimizde olanları harcayıp bitirmemek umuduyla.. Sevgi ve güzellikler ışığımız olurken özümüzü asla kaybettirmelerine izin vermeyelimm.. Unutmayalım ki, hayat hep bir yanılsama, asıl gerçek içimizde büyüttüklerimiz, bizim büyümemiz değil... :))
Demet...
Kasım ayı, sonbahardan sonra kışa girerken başka bir aydır.. Filmlere, romanlara bile konu olmuş, yani bana yine iyi bakmak için bahane aslında :))
Hafta sonum, cumadan itibaren güzel, gizemli, çelişkili, mutlu ve huzurlu olmanın yanında, iyi olan herşeyin bir bedeli olur gibi geçti.. :))
Dün izlediğim bir filmin konusundan alıntı olarak; "Yaşamda, iyisiyle ve kötüsüyle herşeyin bir bedeli vardır" sözü bende birçok olguları canlandırdı ki haftasonumda böyle geçti zaten.. Dünün filmi haftasonumun anlatımına eşdeğer olurken hafta başlangıcımda yazıma esin kaynağı oldu..
Hayat dediğimiz kısır döngü, kendi dünyamızın dışında varolmamızı sağlayan, daha doğrusu bizi konumlandıran sınav yeri bana göre..
Çocukluğumdan bu yaşa kadar ana felsefem; ne kadar büyürsen büyü, içindeki çocuğu kaybetme! Bu bakış açım, kendimi hep bir adım ötesine geçerken, yardımcı olan enerji kaynağım olarak gördüm.. Bazen kırıldı, küstü, bazen çok mutlu edildi, ama yine kırıldı, en iyisi kendi kendine söz verip öncelikle kendini mutlu etmen, sonrasında mutlu olman,mutlu olmalarını sağlamak...Bundan sebeptir ki; kim ne yaparsa yapsın, sen mutlu olduğun için, dışardan gelen en ufak şey, sana daha da güzel bir enerji katacaktır.. diye düşünüp farkına vardığım, daha doğrusu felsefe edindiğim yaşam biçimi, son zamanlarda sekteye uğruyor, ben pes etmek istemesem de, enerjimin düşüp kafamın karışıklaştığı su götürmez bir gerçek olarak, soğuk bir rüzgar gibi yüzüme vuruyor...
Mutlu olmak, sen mutluysan, etrafında mutlu olan insanlar olmayınca, senin bi şeyler yapıp mutlu etmen gerekiyor çünkü enerji sende...Bu duygusal bir bakışın adımı! Peki ya, mantık olarak beyin yorgun düşüp, üzerine düşüncelerde binince ne oluyor.. Tabi ki etki tepkinin sonucunu kontrol etmeye çalışsan da içindeki dürtü, hislerinle seni yanıltabiliyor.. Gerçeği aramaya düşüyorsun... Gerçek, mutluluk verir mi? Hayır çünkü kimse gerçeğin ta kendisiyle tanışamıyor.. Bu gel gitler içinde, içine dönüp yalnız kalmak istiyorsun çünkü bir spiral gibi, hayatın yaşanmışlığındaki olaylar, saflığı öldürüyor ve bu spiral içinde kaybolmaya başlıyorsun...
Bu durumda, kendi dünyanın içinde meditatifliği aktif hale getirmenin metazorluğu baş gösteriyor..
Aslında basit ve saf olan duyguyu yaşamak en kolayı ama biz insanlar bunu zorlaştırıyoruz.. Neden; ya zamanında yaşanamamış duygular, zamanı gelince yerine bıraktığı kırgınlıklar.. Ya da ne istediğini bilirken, eminken, enerji yanılsamalarla emin olduğundan, emin olamama ve yaşanacak güzellikleri yine erteleme.. Çünkü hepimiz egomuzun içinde birilerine, hayata bi şeyleri ispatlama derdinde, bu durumda ne oluyor? Kendimize söz verdiğimiz yaşamı erteliyoruz.. Ne için, neden? Hani içimizdeki sesi dinlemeliydik.. Hani zamanı gelmişti, basit ve safça içinden geldiği gibi yaşamalıydık.. Ne gerek var di mi bunca anlamsız şeylere..
Elinde ve içinde kimsede olmayan, herkesin arayıpta bulamadığı güzellikler varken, onu doyasıya yaşamak yerine napıyoruz; dünden bugüne gelenlere değil, bugünden ortaya çıkan yanılsamalarla aslında egomuzu mutlu ediyoruz.. Bi zaman geldiğinde egonun oynundan yorulup ben ne yaptım, aslında istediğim bu değildi ve yorgunum artık dememek için lütfen, zamanı gelen şeyleri, sıkı sıkı tutalım.. Ya geçmişte kalalım, kırgınlıklarımızla boğuşalım ve ego mutlu olsun ya da bugün senin istediklerin gözlerinin önündeyken, geçmişin oynuna takılıp geleceğimizi de harap etmeyelim..
Hakettiğimiz içimizdeki saf ve güzel sevgiyle buluşup bugün kavuştuklarımızla meditasyon yapmak!
Umarım, hayata yetişmek için içimizde olanları harcayıp bitirmemek umuduyla.. Sevgi ve güzellikler ışığımız olurken özümüzü asla kaybettirmelerine izin vermeyelimm.. Unutmayalım ki, hayat hep bir yanılsama, asıl gerçek içimizde büyüttüklerimiz, bizim büyümemiz değil... :))
Demet...
Etiketler:
#happiness,
#istanbul,
#kasım,
#love,
#monday,
#mutluluk,
#november,
#pazartesi,
#realise,
#sevgi,
#world
6 Kasım 2012 Salı
Bir pazar kahvaltısı ve kahve keyfine dair... :))
Bir pazar sabahı ritüellerinden, sıcacık ve sevimli bir esintiyi paylaşmak için... :))
Öncelikle sevgili köpişim Lucky uyanıp bizi, yani kardeşim veya beni uyandırmak için hareketlendirildiyse, onun tatlı öpüşüyle güne merhaba deriz.. Sonra bizi kaldırıp kendisi aşağıdaki gibi yatakta keyfe geçer, tabi kahvaltı hazırlanana kadar.. :)) Kahvaltıda masanın etrafında şempanzelik yapar ki belki ona da bir pay düşer.. Tok evin, gözü aç yavrusu..
Tabi kabahatli kim iki kız kardeşin şımartması :))
Eğer keyfim yerinde kalkmışsam, kahvaltının speciali benden diyip muftağa dalarım ve sigara böreği (veya krep, menemen, börek çeşitleri ) hazırlamaya başlarım ki fotoğraflar aşağıdadır.. :))
Önce malzemeler toparlanır.. Toplanan malzemelerden doğranacaklar doğranır, yufkalar üçgen şeklinde kesilip masada yerlerini alır.. Böylelikle kademe kademe sigara böreği sarılır...
Hazırlanan börekler yağı ısıtılan tavada kızartılmaya başlanır. Kızarmaya devam ederken, kahvaltı sofrası hazırlanır.. Bu arada ocakta çay zaten demlenmiştir..
Evet evdekileri sofraya çağırma vakti ve keyifle, sohbetle yenen harika bir pazar kahvaltısı ardından sırada tabi ki kahve keyfi yer alır.. Evde annem, ben ve kardeşimin ritüeliydi kahve keyfi şimdi ise; bu keyfe, babamı da ekledim .. (kendisi türk kahvesini pek sevmez de)
Kahvenin yanında, dünden hazırlanmış kek veya muffin varsa ikram edilir..
Herkes mutlu mutlu kalorileri alır.. Daha sonra, bu kalorileri vicdan yapanlar spor salonuna gider yakar ki annemin buna hiç ihtiyacı yok maşallah.. Çünkü kendisi pire gibidir,
enerjisi ve metabolizmasıyla zaten onu her türlü yakar...
Babam evdeki aletlerle ve bildiği hareketlerle yakmaya çalışır eğer keyfi isterse tabi.. :))
Sonuç olarak aile ve sevdiklerinle yapılan pazar kahvaltısı hep bende özeldir ve keyfi paha biçilemez..
Herkese bu kadar güzel ve keyifli, en önemlisi sevdikleriyle
geçireceği mutlu mutlu pazarlar yaşaması dileğiyle...
Demet...
Artık soğuk havalar yaklaşırken..
Artık sonbahardan kışa geçerken, soğuk ve karlı kış günlerini özlediğimi farkettim.. Kış gelince neler yapılır, kafamda onun hayallerini kurarken, yüzümde tebessüm oluşması hoşuma gitti.. :))
Yağmur, kar, soğuk, kısaca kış mevsimi bana, sıcacık yuvaların ve sosyal organizasyonlarda sevdiklerinle geçirdiğin zamanlardaki keyifli sohbetlerin yanında, kendiyle de başbaşa kalmanın huzuru, en yaz mevsimi kadar mutluluk verir..
Bundan dolayı bana kış geldi.. :)) Kışın neler yapılabilir?'in hayallerini yansıtmak için burdayım.. :))
Yani kısaca; yazdan sonra sonbahar, çoğu insanda depresif moda geçiş süreci olur ki buna izin veren yine bizleriz.. Kışa girerken, bu moda izin vermeyip, hayatın önümüzden geçip gitmesine izin verirken bir tercih yapmak en doğrusu; geçişlerde mutsuz olmak mı yoksa mutlu bir şekilde hergüne merhaba demek mi? Tercih sizin tabi! :))
Ben her sabah bu iki tercihten mutlu olanı seçip elimden geldiğince böyle yaşamaya çalışacağım.. Etraf bunu engellemeye çalışsa bile, gece yatağa girerken mutlu edecek bi şeyler bulup, her anımızın değerini bi nefes kadar hissedip, farkında olmak dileğiyle...
Herkese sıcacık yuvalarında ve dışarıdaki sıcacık ortamlarında mutlu mutlu kış mevsimi yaşamak dileğiyle.. :))
Demet
Yağmur, kar, soğuk, kısaca kış mevsimi bana, sıcacık yuvaların ve sosyal organizasyonlarda sevdiklerinle geçirdiğin zamanlardaki keyifli sohbetlerin yanında, kendiyle de başbaşa kalmanın huzuru, en yaz mevsimi kadar mutluluk verir..
Bundan dolayı bana kış geldi.. :)) Kışın neler yapılabilir?'in hayallerini yansıtmak için burdayım.. :))
- Öncelikle, herkes gibi gardrobumdan, yazlık giysiler yerlerini kışlık giysilere devretti.. Eksik gedik bir şeyler var mı diye giysiler tarandı.. Sonuç, gardrobum şuan kışa hazır..
- Tabi ki kışın vazgeçilmez hobisi kitaplar.. Kitaplığım dolduğundan dolayı, yazın kışa hazırlık olsun diye, yatağımın üstüne, duvara bir raf taktırdım, taktırdıktan sonra heyecanla kış kitaplarımı alıp dizdim.. Bunlardan bir kaçını buyrunuz :))
- Yazın formda olup, kışında en sevilen şeylerden biri yani; yiyip, içmek, daha da yemek, kaslara oranla yağları artırır ve soğuktan sizi koruyup ısıtabilir. Fakat bu sevimli yaklaşım, yaza doğru depresyona sokmaması için hem yiyip hem de formda kalmak için şart olan tabi ki spor!! :)) Düzenli olarak spor yapmaya çalışan sporsever olarak, bu kışta, sporun beni mutlu etmesine izin vereceğim..Artı olarak bu kış yeni başlangıcım; yoga ve meditasyon üzerine araştırmalarım eğer sonuç verirse, bu yeniliğe adım atmanın heyecanını yaşıyorum ve gerçekleşirse daha çok yaşayacağım.. :))
- En sevdiğim hobilerden birini es geçmeyi düşünmüyorum :)) Tabi ki,yemek yapmak.. Yemek yapmak benim için; meditasyon yapmanın arındırıcılığı gibi hissettirmesi, sevdiğim insanların yüzlerinde tebessümü oluşturması, karşılıklı keyif almamızı sağlaması kısaca, en mutlu olduğum anlardan biridir...Yeni tatların keşfine dalıp yemek pişirirken, aşçılık tecrübelerime yenilerini, sıcacık yuvalarımızda ekleyeceğim.. :))
- Bu kadar ev modunda keyif yapmanın yanında, sosyalleşmek, dışarıda hava almak gibi hobilerde yapılmalı ki asosyal olmayalım kış modunda.. Bunlardan bazıları, tabi ki vizyonu takip etmek, tiyatro oyunları, hatta opera ve bale bile keyfe keyif katan organizasyonlardan biri olacağı kesin.. Artı olarak arkadaşlarla buluşulup, bir yemek ortamında veya bi kaç bi şey içip jazz müziği dinlerken keyifli sohbetler etmekte hani, cabası olabilecekler arasında.. :))
Yani kısaca; yazdan sonra sonbahar, çoğu insanda depresif moda geçiş süreci olur ki buna izin veren yine bizleriz.. Kışa girerken, bu moda izin vermeyip, hayatın önümüzden geçip gitmesine izin verirken bir tercih yapmak en doğrusu; geçişlerde mutsuz olmak mı yoksa mutlu bir şekilde hergüne merhaba demek mi? Tercih sizin tabi! :))
Ben her sabah bu iki tercihten mutlu olanı seçip elimden geldiğince böyle yaşamaya çalışacağım.. Etraf bunu engellemeye çalışsa bile, gece yatağa girerken mutlu edecek bi şeyler bulup, her anımızın değerini bi nefes kadar hissedip, farkında olmak dileğiyle...
Herkese sıcacık yuvalarında ve dışarıdaki sıcacık ortamlarında mutlu mutlu kış mevsimi yaşamak dileğiyle.. :))
Demet
23 Ekim 2012 Salı
nostaljiden bugüne bayram esintisi..
Bugün, işin (yani mesai saatlerinin) son günü, altı günlük tatile merhaba derken, sizlerle haftanın, bende hissettirdiklerini paylaşmak....
Yarın Arefe günü...Veeee Kurban Bayramı.. :))
Eskiden olsa çok sevinirdim ama şimdi, sadece tatil olup dinleneceğim için seviniyorum..
Nostaljiye dalmak geldi içimden ve bunu da, sizinle paylaşmak;
Çocukluğumdan teenage zamanlarıma kadar şanslı dönemler geçirdim.. kimin sayesinde? Tabi ki yaşlılarımız!! Yani; Babaannem, Dedem ve büyüklerimiz hayattayken.. Onlar sayesinde bayram tadını, yaşadığım için şanslı hissediyorum kendimi..
Bayram sabahı erken kalkılıp aileyle kahvaltı yapıldıktan sonra, bayramlıklar giyinir ve büyüklerimizin elini öpmeye ve ziyaretlere gidilirdi.. Akşama ise; hep birlikte toplanılan bir akşam yemeğiyle birlik, beraberliğin, paylaşımın güzellikleriyle ve neşeyle yemekler yenir, sohbetler edilirdi...
Şimdi ise; büyüklerimiz vefat ettikten sonra, onların anısına bile toparlayamayan evlatların, nankörlüğü ve vefasızlığından biz kuzenler, yani çocukları nasibini alıyordukk... :((
Artık bayramlar bana neşeli günlerin özleminde, büyüklerimize hala, sahip olamamanın hüznünü yaşatıyor.. Bundan dolayı, bu evlatların bile bayramını kutlamak içimden gelmiyor.. Siz bunu mu gördünüz ailenizden, ki bize bunları devam ettirecek görevleri veremiyorsunuz.. Bu kadar mıydı öğrendikleriniz annenizden, babanızdan ancak kendi keyfine göre örf adet olmaz, babanem, dedem böyle öğretmemişti dercesine serzenişte bulunmak istiyorum ama nafile...
Şuan içimde sadece bana yakın gelen sevdiklerimle, bu hüznü sevince çevirip tatilimi mutlu geçirmek istiyorum..
Bayramlara, bu paylaşımla bakan herkesin bayramını kutlar, daha nice sağlıklı, mutlu ve neşeli anları yaşayacağımız nice bayramlar dileğiyle...
Yarın Arefe günü...Veeee Kurban Bayramı.. :))
Eskiden olsa çok sevinirdim ama şimdi, sadece tatil olup dinleneceğim için seviniyorum..
Nostaljiye dalmak geldi içimden ve bunu da, sizinle paylaşmak;
Çocukluğumdan teenage zamanlarıma kadar şanslı dönemler geçirdim.. kimin sayesinde? Tabi ki yaşlılarımız!! Yani; Babaannem, Dedem ve büyüklerimiz hayattayken.. Onlar sayesinde bayram tadını, yaşadığım için şanslı hissediyorum kendimi..
Bayram sabahı erken kalkılıp aileyle kahvaltı yapıldıktan sonra, bayramlıklar giyinir ve büyüklerimizin elini öpmeye ve ziyaretlere gidilirdi.. Akşama ise; hep birlikte toplanılan bir akşam yemeğiyle birlik, beraberliğin, paylaşımın güzellikleriyle ve neşeyle yemekler yenir, sohbetler edilirdi...
Şimdi ise; büyüklerimiz vefat ettikten sonra, onların anısına bile toparlayamayan evlatların, nankörlüğü ve vefasızlığından biz kuzenler, yani çocukları nasibini alıyordukk... :((
Artık bayramlar bana neşeli günlerin özleminde, büyüklerimize hala, sahip olamamanın hüznünü yaşatıyor.. Bundan dolayı, bu evlatların bile bayramını kutlamak içimden gelmiyor.. Siz bunu mu gördünüz ailenizden, ki bize bunları devam ettirecek görevleri veremiyorsunuz.. Bu kadar mıydı öğrendikleriniz annenizden, babanızdan ancak kendi keyfine göre örf adet olmaz, babanem, dedem böyle öğretmemişti dercesine serzenişte bulunmak istiyorum ama nafile...
Şuan içimde sadece bana yakın gelen sevdiklerimle, bu hüznü sevince çevirip tatilimi mutlu geçirmek istiyorum..
Bayramlara, bu paylaşımla bakan herkesin bayramını kutlar, daha nice sağlıklı, mutlu ve neşeli anları yaşayacağımız nice bayramlar dileğiyle...
Ayrıca eklemeden geçemeyeceim diğer bir konu; Kurban Bayramı adı üstünde kurban edilen hayvanları da içeriyor.. Lütfen bilinçli bir müslüman olarak, kesilen kurbanlıklarınızında, bir canlı olduğunu unutmadan, yani hayvanlara işkence etmeden görevlerinizi yerinize getirmeniz..
Bununla ilgili tasarımım aşağıdadır... :((
2 Ekim 2012 Salı
Fenerbahçe'mde hüzün esintisi ALEX DE SOUZA..
Ben çocukluğumdan beri aileden gelen tutkuyla Fenerbahçe'liyim..
Geçen yıldan beri yaşadığımız tatsız olaylara rağmen birlik, beraberlik ve sevgiyle birbirimize destek olup Fenerbahçe'mizi yalnız bırakmadık.. Kimsenin şahsına özel bir itibar değildi bu, sadece ve sadece Fenerbahçe'm adınaydı.. Yoksa yaşanan olaylara izin veren şahısların gerçeklerini, tam anlamıyla bilemiyorum.. Nolursa olsun bir adım atarken arkandaki kuruluşu düşüneceksin, kuruluşu kullanıp kendi çıkarını düşünmeyeceksin.. Neyse gerçek veya yanlış ilahi adalete her zaman güvendim ve güvenmeye devam edeceğim.. Ülkemizde maalesef şeffaf durumlar sözkonusu değil herkes işine geldiği gibi yol alıyor.. Neyse umarım ülkemiz ve takımım adına güzel şeyler gerçekleşir..
Konumuza geri dönersek; o kadar zorluklardan sonra buradan bakıldığında bana yansıyana göre, değerlendirip sonuçlandırırsam; kişisel bir ego ve kompleks davasından konu buralara gelmemeliydi.. Kendi aramızda dağılmadan sevgiyle ve saygıyla çözülebilirdi.. Alex'in twittera yazması ne kadar doğru değilse, Aykut Kocaman'ın da futbolcusuna bu kadar tavırlı davranması da kesinlikle doğru değil, davranmamalıydı.. Aykut, onun hocası olgunlukla, sevgiyle çözebilseydi, ego yapmasaydı, buralara gelmezdi.. Bana göre bundan dolayı Aykut Kocaman %99 hatalıdır.
Sayın Aziz Yıldırım ise, Fenerbahçe'ye kaç yıldır, o kadar hizmet eden insana göre arayıbulup çözmeliydi, hatta bana kalsa ikisine de sevgiyle aralarında halletmeleri gerektiğini, kulubümüz adına doğrusunun bu olduğunu anlatmalıydı..
Gerçekten Alex'in gidişine çok üzüldüm.. Bu kadar yıl hizmet et, başarı getir ve sonuç bu mu olmalıydı.. Bence en rezil davranış şekliyle gönderildi Alex'imiz..
Bu kadar yıl saygılı olan adama kim bilir nasıl davranıldı ki adam bu kadar çileden çıktı.. Sen hocasın, insanların kişisel durumlarına göre davranamazsın.. Ama bizim ülkede insana saygı kendimizden önce geldiği için bu davranışı vicdanen bile düşünmeden haklı bulurlar.. YAZIK!
Gereken yerlere üzerime düştüğünce yazılarımı gönderdim dikkate alınacağını düşünüyorum..
Çünkü bu davranış şekli Fenerbahçe'ye yakışmadı.. Bu kadar basına sızdıysa, bi aklı selim içimizde olgunlukla çözmeliyiz, demeliydi..
Yine de herşeye rağmen Alex10 hizmetlerinden ve sağladığı başarılarından dolayı kendi adıma çok çok teşekkür ederim..Seni Pierre van Hooijdonk gibi asla unutmayacağım!!!
Sevgi ve mutlulukla çözülebilecek olaylar yaşamamız dileğiyle..
Sevgiye kalın..
Demet
Geçen yıldan beri yaşadığımız tatsız olaylara rağmen birlik, beraberlik ve sevgiyle birbirimize destek olup Fenerbahçe'mizi yalnız bırakmadık.. Kimsenin şahsına özel bir itibar değildi bu, sadece ve sadece Fenerbahçe'm adınaydı.. Yoksa yaşanan olaylara izin veren şahısların gerçeklerini, tam anlamıyla bilemiyorum.. Nolursa olsun bir adım atarken arkandaki kuruluşu düşüneceksin, kuruluşu kullanıp kendi çıkarını düşünmeyeceksin.. Neyse gerçek veya yanlış ilahi adalete her zaman güvendim ve güvenmeye devam edeceğim.. Ülkemizde maalesef şeffaf durumlar sözkonusu değil herkes işine geldiği gibi yol alıyor.. Neyse umarım ülkemiz ve takımım adına güzel şeyler gerçekleşir..
Konumuza geri dönersek; o kadar zorluklardan sonra buradan bakıldığında bana yansıyana göre, değerlendirip sonuçlandırırsam; kişisel bir ego ve kompleks davasından konu buralara gelmemeliydi.. Kendi aramızda dağılmadan sevgiyle ve saygıyla çözülebilirdi.. Alex'in twittera yazması ne kadar doğru değilse, Aykut Kocaman'ın da futbolcusuna bu kadar tavırlı davranması da kesinlikle doğru değil, davranmamalıydı.. Aykut, onun hocası olgunlukla, sevgiyle çözebilseydi, ego yapmasaydı, buralara gelmezdi.. Bana göre bundan dolayı Aykut Kocaman %99 hatalıdır.
Sayın Aziz Yıldırım ise, Fenerbahçe'ye kaç yıldır, o kadar hizmet eden insana göre arayıbulup çözmeliydi, hatta bana kalsa ikisine de sevgiyle aralarında halletmeleri gerektiğini, kulubümüz adına doğrusunun bu olduğunu anlatmalıydı..
Gerçekten Alex'in gidişine çok üzüldüm.. Bu kadar yıl hizmet et, başarı getir ve sonuç bu mu olmalıydı.. Bence en rezil davranış şekliyle gönderildi Alex'imiz..
Bu kadar yıl saygılı olan adama kim bilir nasıl davranıldı ki adam bu kadar çileden çıktı.. Sen hocasın, insanların kişisel durumlarına göre davranamazsın.. Ama bizim ülkede insana saygı kendimizden önce geldiği için bu davranışı vicdanen bile düşünmeden haklı bulurlar.. YAZIK!
Gereken yerlere üzerime düştüğünce yazılarımı gönderdim dikkate alınacağını düşünüyorum..
Çünkü bu davranış şekli Fenerbahçe'ye yakışmadı.. Bu kadar basına sızdıysa, bi aklı selim içimizde olgunlukla çözmeliyiz, demeliydi..
Yine de herşeye rağmen Alex10 hizmetlerinden ve sağladığı başarılarından dolayı kendi adıma çok çok teşekkür ederim..Seni Pierre van Hooijdonk gibi asla unutmayacağım!!!
Sevgiye kalın..
Demet
28 Eylül 2012 Cuma
küçücük, minicik bi hikaye, masumluğun esintisinde...
Güneş batıp akşam olmak üzere, tüm enerjisini attığı o anda uzanıp bulutlu parlament mavisi gökyüzünü seyredaldı... Bulutlar ona masumluğu çağrıştırırdı hep, çocukluktan kalma..Çocukluk anılarından, beyazlıktan, gece mavisine kadar olan tüm anılarını canlandırdı o küçücük bulutlarda, hatta onlara anlattı hikayesini, film şeridi gibi geçen masumluğuna(bulut) bakışında..
Birden hamleyle kalkıp, bu güzel gecede huzura yelken açıp fikir alemine dalmak istedi.. Bi anda hayalini kurduğu yere varmak için adım attı..Solda liman, sağında orman, kıyısında köşesinde gizlenmiş cennet mekanına doğru... Salaş bir masa etrafına tabureler yerleştirilmiş, mis gibi sofra endamında, beyazın eşlik ettiği tuzlu tatların, asmalardaki yemyeşil üzümle arkadaşlık ettiği keyf-i aleme başladı...
O an denizin yakamozla buluşup, bulutların dansında, havada hafif esintiyle birlikte yarım bıraktığı düşüncelerine dalmak ve huzur bulmak için en güzel anların birindeydi..
Gece onu beyazlıktan griliğe, griliği flulaştırdıktan sonra netleştirip temizlediği, rengarenk düşlerini düşlemeye daldı.. Bazen hüzünlendi, bazen özledi, bazen hayıflandı, bazen dalıp kaybolduklarında artık aynı kayboluşların olmadığını da farketti, ilerlediği yaş ona tecrübelerin yanında hayatı, insanları da öğretmişti.. Artık sapasağlam durabiliyordu her sarsıntıya, kimsenin yıkmasına izin vermeden, sadece kendi seçimleriyle veya tercihleriyle kendi kendinin yıkılmasına izin verebiliyordu.. Hayatını, müsade ettikleri kişilerin verebileceklerinin renklerdiymesiyle, renklenebiliyordu. Asıl gerçek kendinin renkli bakışıydı, yoksa kimsenin, kendinden ödün vererek renklendirme çabası sonuç bulamıyordu.. O kadar zaman neleri silmiş, neleri götürüp yerine neleri koymuştu..En önemlisi hala içinde bir yerlerde çocukluk zamanında, onu yalnız bırakmayan, melek kadar masum ve iyilik yanı dimdik ayaktaydı.. Çünkü kimsenin onu yoketmesine izin vermedi, biri hamle mi yaptı, ona olduğundan daha hırçın oldu, o yanına güzellikle mi dokunuldu, olduğundan daha şefkatli oldu.. Bunları düşününce ve yaşadıklarına dalınca, bu salaş kendi meyhanesi, hep onu efkarlandırıp hüzne daldırırken, tek yalnız bırakmayan bu çocuk yanı oldu.. O masadan kalkarken, hayat her zamankinden daha iyi ve güzel olur ve olmaya da devam edecekti...
Bunlar yaşla birlikte, bana yani özüme bazen mantığıma eklenenler! Önemli olan hala umutla, gülerek güzelliklere bakabilmek derim..
Böyle bir akşamdan geceye geçerken, uykuya daldığında güzel rüyalar görmek için yatan bir insan ne kadar karamsar ve güçsüz olabilir di mi?.. :)
Melekler hep sizinle olsun.. Çocukluğunuzu kaybetmemeniz dileğiyle..
Demet
Birden hamleyle kalkıp, bu güzel gecede huzura yelken açıp fikir alemine dalmak istedi.. Bi anda hayalini kurduğu yere varmak için adım attı..Solda liman, sağında orman, kıyısında köşesinde gizlenmiş cennet mekanına doğru... Salaş bir masa etrafına tabureler yerleştirilmiş, mis gibi sofra endamında, beyazın eşlik ettiği tuzlu tatların, asmalardaki yemyeşil üzümle arkadaşlık ettiği keyf-i aleme başladı...
O an denizin yakamozla buluşup, bulutların dansında, havada hafif esintiyle birlikte yarım bıraktığı düşüncelerine dalmak ve huzur bulmak için en güzel anların birindeydi..
Gece onu beyazlıktan griliğe, griliği flulaştırdıktan sonra netleştirip temizlediği, rengarenk düşlerini düşlemeye daldı.. Bazen hüzünlendi, bazen özledi, bazen hayıflandı, bazen dalıp kaybolduklarında artık aynı kayboluşların olmadığını da farketti, ilerlediği yaş ona tecrübelerin yanında hayatı, insanları da öğretmişti.. Artık sapasağlam durabiliyordu her sarsıntıya, kimsenin yıkmasına izin vermeden, sadece kendi seçimleriyle veya tercihleriyle kendi kendinin yıkılmasına izin verebiliyordu.. Hayatını, müsade ettikleri kişilerin verebileceklerinin renklerdiymesiyle, renklenebiliyordu. Asıl gerçek kendinin renkli bakışıydı, yoksa kimsenin, kendinden ödün vererek renklendirme çabası sonuç bulamıyordu.. O kadar zaman neleri silmiş, neleri götürüp yerine neleri koymuştu..En önemlisi hala içinde bir yerlerde çocukluk zamanında, onu yalnız bırakmayan, melek kadar masum ve iyilik yanı dimdik ayaktaydı.. Çünkü kimsenin onu yoketmesine izin vermedi, biri hamle mi yaptı, ona olduğundan daha hırçın oldu, o yanına güzellikle mi dokunuldu, olduğundan daha şefkatli oldu.. Bunları düşününce ve yaşadıklarına dalınca, bu salaş kendi meyhanesi, hep onu efkarlandırıp hüzne daldırırken, tek yalnız bırakmayan bu çocuk yanı oldu.. O masadan kalkarken, hayat her zamankinden daha iyi ve güzel olur ve olmaya da devam edecekti...
Bunlar yaşla birlikte, bana yani özüme bazen mantığıma eklenenler! Önemli olan hala umutla, gülerek güzelliklere bakabilmek derim..
Böyle bir akşamdan geceye geçerken, uykuya daldığında güzel rüyalar görmek için yatan bir insan ne kadar karamsar ve güçsüz olabilir di mi?.. :)
Melekler hep sizinle olsun.. Çocukluğunuzu kaybetmemeniz dileğiyle..
Demet
27 Eylül 2012 Perşembe
Duyarsız olmamak adına insanlık esintisi...
Dün akşam işten çıktım ve metroya doğru gidiyordum. Merdivenlerden inip turnikeye doğru yürürken bir yandan da etrafı gözlemliyordum.. Bir de ne göreyim; önümde üç arkadaşın biri, elinde sigarayla ilerliyordu, yanından polis geçmesine rağmen o kadar rahattı.. İzledim, izledikçe sinir oldum, bu rahatlığı ve bu had bilmez tavrı nereden buluyordu acaba.. İzlemeye devam ettim nasılsa ileride güvenlik görevlisi var demeye kalmadan, bu şahıs güvenliğin önünde jeton atmadan turnikeden atlayıp merdivenlere doğru yol aldı...(Etrafa baktım güvenlik kamerası var mı diye tam olayın gerçekleştiği açıdan net bir şekilde gözükecek kamera ordaydı.. :)) ) Yok artık! dedim ve hemen soluğu sözüm ona güvenlik görevlisi olanın yanında aldım;
- Ben: "Pardon, az önce gözünüzün önünde sigara içen şahıs sigara izmaritini rahatça yere attı, onun üzerine turnike üzerinden jeton atmadan atladı ve siz bir tepki vermeyip görmezden geldiniz.. Pardon da sizin burada göreviniz nedir? Artı bu adam terörist vs. biri olsa böyle elini kolunu sallaya sallaya mı geçecek" dedim..
- Görevli: "Delidir deli o" diyip umursamadan duyarsız kaldı..
- Ben: "Bakın şurada inen insan ve deliye benziyor mu sizce.."
diyip sinirli bir şekilde yoluma devam ettim ama bir yanımda kayıtsız kalmamalısın, bu tiplere izin vermek demek, bunların amip gibi bölünüp çoğalması demek.. İlk çare sosyal medyada paylaşıp bilgilendirmek ve bunun üzerine şikayet edilebilecek kaynakla ilgili belki bilgi alırım dedim ve sosyal medyada olayı paylaştım.. Paylaştıktan hemen sonra bir arkadaşım gereken bilgiyi verdi..
Bu hattı hemen aradım ve gerçekleşen olayı anlattım, kaydımı alıp gerekli işlemler yapılıp dönüş sağlanacaktır denildi, ne yalan söyleyeyim ilgileneceklerini düşünmedim.. Yarım saat içinde görevli beni arayıp; güvenlik görevlisinin amirine ulaştıklarını gerekli bilgiyi vereceklerini ve gerekenlerin yapılacağını söyledi ve beni de durumdan haberdar edeceklerini bildirdiler..
Gerçekten daha iyi bir yaşam ortamı istiyorsak, lütfen görmemezlikten gelip duyarsız olmayalımm..
Daha güzel, bol gülümsemeli ve huzurlu günler dileğiyle...
Demet..
- Ben: "Pardon, az önce gözünüzün önünde sigara içen şahıs sigara izmaritini rahatça yere attı, onun üzerine turnike üzerinden jeton atmadan atladı ve siz bir tepki vermeyip görmezden geldiniz.. Pardon da sizin burada göreviniz nedir? Artı bu adam terörist vs. biri olsa böyle elini kolunu sallaya sallaya mı geçecek" dedim..
- Görevli: "Delidir deli o" diyip umursamadan duyarsız kaldı..
- Ben: "Bakın şurada inen insan ve deliye benziyor mu sizce.."
diyip sinirli bir şekilde yoluma devam ettim ama bir yanımda kayıtsız kalmamalısın, bu tiplere izin vermek demek, bunların amip gibi bölünüp çoğalması demek.. İlk çare sosyal medyada paylaşıp bilgilendirmek ve bunun üzerine şikayet edilebilecek kaynakla ilgili belki bilgi alırım dedim ve sosyal medyada olayı paylaştım.. Paylaştıktan hemen sonra bir arkadaşım gereken bilgiyi verdi..
ALO ŞİKAYET HATTI :153
Bu hattı hemen aradım ve gerçekleşen olayı anlattım, kaydımı alıp gerekli işlemler yapılıp dönüş sağlanacaktır denildi, ne yalan söyleyeyim ilgileneceklerini düşünmedim.. Yarım saat içinde görevli beni arayıp; güvenlik görevlisinin amirine ulaştıklarını gerekli bilgiyi vereceklerini ve gerekenlerin yapılacağını söyledi ve beni de durumdan haberdar edeceklerini bildirdiler..
Gerçekten daha iyi bir yaşam ortamı istiyorsak, lütfen görmemezlikten gelip duyarsız olmayalımm..
Daha güzel, bol gülümsemeli ve huzurlu günler dileğiyle...
Demet..
19 Eylül 2012 Çarşamba
Sanat ve kaliteli yaşam umudunun esintisiyle.. :)
Bugün ve daha önceleri başıma gelen ve etrafımda sık sık gördüğüm (ülkemizin asıl sorunlarından biri bence) ve rahatsız olduğum bir olaydan daha doğrusu sorundan bahsetmek istiyorum..
Eğitim aldığım ve iş hayatımda da tecrübe edindiğim mesleğim, sanat ağırlıklı olduğundan en ince ayrıntıya kadar didik didik edip çalışmak bende alışkanlık oldu.. Bunun tersi bir davranış; yani "aman boşver, işimiz görülsün" mantığında kurulan her bir yoruma ister istemez tepkili oluyorum..
Asıl sorunum; ülkemizin sanat vb. konularda geri kalmasının, en temel mantığının bundan geçtiğini düşünüyorum.. Kalite dediğimiz şey, ince ayrıntılardan geçerken sunduğumuz bir ürünün veya işin birbiriyle renk olsun, karakter olsun, dizayn olsun uyumlu ve bir bütün içinde anlatmak istediğini anlatmasıdır..
Reklam ajansında çalışıp, yaptığınız bir işin içine sinerek sunmanız, istinayi olgulardan biridir..
Sanat bana göre; yoruma açık bir eleştiri tahtası değildir.. Sanatçı bir eserini düşüncede tasarlarken, altındaki fikrini ve sunumunu kendi tarzına göre yansıtır.. Buna bakan gözlerin, düşünceden sözlere geçerken ya takdir edilir ya da anlasılmaz ya da begenilmeyen yorumları yapılabilir.. Sergilere neden gideriz ki, di mi?
Tasarım dediğimiz sanat bana göre, fikrin, parçadan bütününe kadar geçen sürede lanse edilen sonuç, anlatmak istediğini estetikle birlikte anlatabildiyse kaliteli eserdir.
Bir ilan örneğin; ürünü sunarken müşteriye kadar giden süreçte, markanın marka olarak değerlendirildiğini düşünürsek, fontundan, rengine kadar, ürünün fotoğrafından sayfa mizanpajına kadar her detayına özen gösterip taviz vermeden sunmaktır.. Ajansı ajans yapan müşterinin dediğini yapmaktan çok, markanın tüketiciye kadar geçen süreçte, markayı marka yaparken hizmet alanında yön gösterme olmalı.. Bizim ülke biraz aceleci, biraz boşvermişlikle; aman işimiz görülsün, hadi daha çok iş var yapılması gereken denen mantıkta ne yaptığımız işten keyif alırız ne de bu hızla sallapati yapılan işin geri dönüş kalitesinde ilerleyebiliriz..
Umut ediyorum ki daha ilerleyen zamanlarda (teknoloji bu denli gelişirken biz geriliyoruz o ayrı da umut işte :) ) sanatın buram buram koktuğu kaliteli yaşamlarda keyif sürmemiz dileğiyle..
Sevgiler,
Demet
Eğitim aldığım ve iş hayatımda da tecrübe edindiğim mesleğim, sanat ağırlıklı olduğundan en ince ayrıntıya kadar didik didik edip çalışmak bende alışkanlık oldu.. Bunun tersi bir davranış; yani "aman boşver, işimiz görülsün" mantığında kurulan her bir yoruma ister istemez tepkili oluyorum..
Asıl sorunum; ülkemizin sanat vb. konularda geri kalmasının, en temel mantığının bundan geçtiğini düşünüyorum.. Kalite dediğimiz şey, ince ayrıntılardan geçerken sunduğumuz bir ürünün veya işin birbiriyle renk olsun, karakter olsun, dizayn olsun uyumlu ve bir bütün içinde anlatmak istediğini anlatmasıdır..
Reklam ajansında çalışıp, yaptığınız bir işin içine sinerek sunmanız, istinayi olgulardan biridir..
Sanat bana göre; yoruma açık bir eleştiri tahtası değildir.. Sanatçı bir eserini düşüncede tasarlarken, altındaki fikrini ve sunumunu kendi tarzına göre yansıtır.. Buna bakan gözlerin, düşünceden sözlere geçerken ya takdir edilir ya da anlasılmaz ya da begenilmeyen yorumları yapılabilir.. Sergilere neden gideriz ki, di mi?
Tasarım dediğimiz sanat bana göre, fikrin, parçadan bütününe kadar geçen sürede lanse edilen sonuç, anlatmak istediğini estetikle birlikte anlatabildiyse kaliteli eserdir.
Bir ilan örneğin; ürünü sunarken müşteriye kadar giden süreçte, markanın marka olarak değerlendirildiğini düşünürsek, fontundan, rengine kadar, ürünün fotoğrafından sayfa mizanpajına kadar her detayına özen gösterip taviz vermeden sunmaktır.. Ajansı ajans yapan müşterinin dediğini yapmaktan çok, markanın tüketiciye kadar geçen süreçte, markayı marka yaparken hizmet alanında yön gösterme olmalı.. Bizim ülke biraz aceleci, biraz boşvermişlikle; aman işimiz görülsün, hadi daha çok iş var yapılması gereken denen mantıkta ne yaptığımız işten keyif alırız ne de bu hızla sallapati yapılan işin geri dönüş kalitesinde ilerleyebiliriz..
Umut ediyorum ki daha ilerleyen zamanlarda (teknoloji bu denli gelişirken biz geriliyoruz o ayrı da umut işte :) ) sanatın buram buram koktuğu kaliteli yaşamlarda keyif sürmemiz dileğiyle..
Sevgiler,
Demet
Etiketler:
Adobe Illustrator,
Adobe Photoshop,
Advertising Agency,
Design,
dizayn,
fotoğraf,
Interior Design,
iç mimarlık,
ipad,
Macromedia Freehand,
Painting,
palet,
palette,
Photograph,
reklam ajansı,
resim
12 Eylül 2012 Çarşamba
Sonbahara Girerken Moda Esintisi...
Bu hafta sonbahara girişle birlikte, yazlık giysiler yerlerini sonbahar ve kış giysilerine devretti..
Bu yılın moda renkleri ve benim vazgeçilmezlerimle ilgili paylaşımda bulunacağım..
Bana kalırsa ben hala yazdan çıkıp bu tonlara bürünme niyetinde değilim. Biraz pastel, biraz canlı renklerle birlikte geçiş yapma derdindeyim.. :)) Ne de olsa sonbahar tonları yaza veda çağrısı yapıyor ve insanları depresif moda sokarken, dışa yansımada da enerjisi düşük hallere yönlendiriyor.. Ben her mevsim pastel ve koyu tonların yanında enerjisinin yansıması olumlu olan canlı renkleri de giymekten yanayım moda ne olursa olsun... Sonuçta insan giydikleriyle kendi kişiliğini de yansıtır...
Bu yılın moda renkleri ve benim vazgeçilmezlerimle ilgili paylaşımda bulunacağım..
2012 Sonbahar-Kış modasına baktığımda tüm markalarda;
sonbaharın kahve tonları, biraz canlılık olsun diye turuncu, mor, bordo ve yeşil tonların hakim olduğunu gördüm.. Bu fotoğrafta bana yakın gelen tarzlara yer verdim..Bana kalırsa ben hala yazdan çıkıp bu tonlara bürünme niyetinde değilim. Biraz pastel, biraz canlı renklerle birlikte geçiş yapma derdindeyim.. :)) Ne de olsa sonbahar tonları yaza veda çağrısı yapıyor ve insanları depresif moda sokarken, dışa yansımada da enerjisi düşük hallere yönlendiriyor.. Ben her mevsim pastel ve koyu tonların yanında enerjisinin yansıması olumlu olan canlı renkleri de giymekten yanayım moda ne olursa olsun... Sonuçta insan giydikleriyle kendi kişiliğini de yansıtır...
Ben sonbahara hazırlanmaya başlarken, kış alışverişini de bi yandan yapmaya başladım Bu da ayrı bir dilemma konusu ya neyse.. :))
Bu mevsimde vazgeçemediklerim arasında;
Öncelikle trençkot (yarım veya uzun) ne giyersek giyelim spor veya klasik en iyi tamamlayıcı mevsimlik giysi bence..
Havaların biraz daha soğumasıyla daha uzun kaşmir veya kaz tüyü montlarımda vazgeçilmezlerimdir.. Kış mevsiminde en çok üşüyenlerden olduğum için sıkı giyinmem gerekiyor.. :((
Yine kaz tüyü uzun ve yarım şişme montlarım gardrobumda eksilmeyen koruyu ve kurtarıcı giysilerimdir..
Ayrıca ayakkabılardan da bahsetmeden geçmek olmaz tabi;
Sonbahar, malum yağmuruyla birlikte kışa hazırlar.. Bundan dolayı yağmurlu havalarda en sık giydiğim ayakkabım tabi ki Hunter'larım ve Timberland'lerim, yağmurun dinip hafif soğuklar da ise; Elle'nin çizmesi, tarzı ve rengi olarak hayat kurtaran bir tamamlayıcım olacak çünkü ayakkabı gardrobumda yeni yerini alan modellerden biri kendisi..
Yağmurlardan sonra kuru soğukların gelmesiyle birlikte kaz tüyü montlarıma uyumlu kar botum ve çizmem hemen imdadıma yetişir.
Genellikle iki alternatifli mont ve ayakkabı yorumlarımın nedeni; gece ve özel gezmelerimde klasik giyinmeyi sevmemin yanında günlük yaşantımda spor ağırlıklı giyinmeyi tercih etmemdir..
Bazen kendimi "bugün canım şık giyinmek istiyor." dediğim zamanlarda yok değil.. Daha çok kendine yakışanı kendin için giymeyi, yani aynaya baktığımda önce kendimi mutlu etmeyi seven bir tarzım var. Sonrasında ise; gelecek iltifat veya eleştiri beni çok fazla etkilemez.. Hmmm bu arada hoş iltifatlara kimse hayır demez onu da inkar edecek değilim tabi.. :))
Modayı yakından takip etmeye çalışırım ama illa ki, bu moda diye de beğenmediğim trendleri üzerimde taşımam.. Kişiliğimle, yaşadığım güzel anların yansımasıyla (renkli giyinmek, bazen abartıp şıkır şıkır giyinme :) ) ve vücuduma uygun giyinmenin, insanın kendi tarzını yaratma da en büyük etken olduğunu düşünenlerdenim..
Bugünlük moda yansımalarım ve paylaşımlarım bu kadar! Yeni trendlerimde görüşmek üzere..
Kendiniz için kendinizle hoşçakalırken, bu hoşlukları da etrafınızla paylaşmanız dileğiyle.. :))
Demet
Etiketler:
beymen,
elle,
forever new,
hunter,
ipekyol,
kemal tanca,
koton,
park bravo,
tiger,
timberland
5 Eylül 2012 Çarşamba
Gece esintisinde bulutların dansı...
Az önce gökyüzüne bakarken bulutların geceyle dansını izleyenlerden biriyimdim, hmmm birde bi kaç yıldız..Gözlerimi yukarıdan, yere gerçeğe indirdiğimde bi küçük kız çocuğununda benimle aynı seyirde olduğunu farkettim.. :))
Buradan aklıma gelen şu oldu, ruhumda hissedilen biraz Kleist, biraz Nietzsche, biraz da Högerlin esintileriydi..
Kleist'in nevrotik, içe ve dışadönük olumsuzlukların yasaminda betimlemesi, Nietzsche'nin hayata, kendine ve yaşam şartlarına farkındalığı, Högerlin'in çocuksu histerik mükemmelliyetçi neseli hayata ve içine bakışı...
Bu hislerin felsefesini ve yaşanmışlığının anımsamasını yaşarken gökyüzü ve küçük kız çocugu müzik tınısında beni, kendi bahçeme cevirdi..
İyinin ve kötünün ötesinde, tan kızıllığının batışında nötrleşen hislerimin doğuşunda, en güzel düşlere dalmadan önce bu anımı paylaşıp ölümsüzleştirmek istedim.. :))
Güzellikler içinde yüzünüzde gulümsemeyle mis gibi uykulara dalmanız dileğiyle...İyi geceler..
Demet
Buradan aklıma gelen şu oldu, ruhumda hissedilen biraz Kleist, biraz Nietzsche, biraz da Högerlin esintileriydi..
Kleist'in nevrotik, içe ve dışadönük olumsuzlukların yasaminda betimlemesi, Nietzsche'nin hayata, kendine ve yaşam şartlarına farkındalığı, Högerlin'in çocuksu histerik mükemmelliyetçi neseli hayata ve içine bakışı...
Bu hislerin felsefesini ve yaşanmışlığının anımsamasını yaşarken gökyüzü ve küçük kız çocugu müzik tınısında beni, kendi bahçeme cevirdi..
İyinin ve kötünün ötesinde, tan kızıllığının batışında nötrleşen hislerimin doğuşunda, en güzel düşlere dalmadan önce bu anımı paylaşıp ölümsüzleştirmek istedim.. :))
Güzellikler içinde yüzünüzde gulümsemeyle mis gibi uykulara dalmanız dileğiyle...İyi geceler..
Demet
3 Eylül 2012 Pazartesi
Kitaplarımla buluşma.. :))
Tekrar herkese merhaba;
Haftanın ilk günü bloglarıma hızlı giriş yaptım çünkü bugün yazı malzemesi bol olduğundan :))
Evet beklenen kitaplarım sonunda geldi.. İlk olarak İhsan Oktay Anar ile "Puslu Kıtalar Atlası" ile tanıştım ki, tanışma o tanışma ve seri halinde kitaplarını okumaya başladım en son "Suskunlar" kaldı ve 5 yıl aradan sonra benim beğenimi duydu ki yeni kitabı da arşivde yerini aldı.. Tabi ki; çoğu kişi tarafından beklenen "Yedinci Gün" kitabı..
İkisini de büyük bir heyecanla okuyacağım kesin.. Kışlık kitap stoğumu tamamlamak üzereyim bir sürü beni bekleyen yeni kitaplarım var.. Havalarında soğumasıyla daha da çoğalacak arşivim ama odamda yer bulmakta artık zorlanan bir kitaplığımın yanında raflarım var.. :)) Zaten bi kitaplarım ve bi ayakkabılarımdan evde yer kalmıyor..
Neyse 3. kitabım yemeklerle ilgili.. Ben yemek yapmayı seven biriyim; yeni tatlar, yeni yemek tariflerimle zengin bir menü her zaman ilgi alanımdır.. Uzun zamandır çok misafir ağırlayıp, erkek arkadaşıma da aşmış olduğum menülerimle ziyafet çekiyorum, söylemesi ayıp belki ama onların takdiri yoksa kendi kendimi burada övecek tiplerden değilimdir dipnot olsun da.. :))
Sıra dünya mutfağına açılıp yeni tatlarım ile zengin olan menüme farklı konseptlli tarifler katarak, akıllarda "bu da nedir böyle" diyecek kadar muhteşem sunumlarla kendimi ve çevremi mutluluk maymunu etmeyi planlıyorum.. 3. ve 4. kitabım bunlarla ilgili biraz araştırıp sunumlarımı yaptıktan sonra favori yemeklerimin fotoğraflı birkaç tarifini sizinle paylaşırım tabi ki.. :))
Emekli olduğumda veya sıkılıp keyif işleri yapmak isteğim tavan yaptığında şartlarda izin verdiği müddetçe kendi yemek restaurantımı açmayı planlıyorum.. Bakalım hayırlısı ve kısmet tabi sadece çekim yasasına şimdiden haberin olsun, yerimi ltf ayırt diye söylemde bulunuyorum.. :))
Şimdilik hoşça ve gülümseyerek kalın!!
En kısa zamanda yeni ve farklı konularla tekrar görüşmek isterim.. ;)
Demet
Haftanın ilk günü bloglarıma hızlı giriş yaptım çünkü bugün yazı malzemesi bol olduğundan :))
Evet beklenen kitaplarım sonunda geldi.. İlk olarak İhsan Oktay Anar ile "Puslu Kıtalar Atlası" ile tanıştım ki, tanışma o tanışma ve seri halinde kitaplarını okumaya başladım en son "Suskunlar" kaldı ve 5 yıl aradan sonra benim beğenimi duydu ki yeni kitabı da arşivde yerini aldı.. Tabi ki; çoğu kişi tarafından beklenen "Yedinci Gün" kitabı..
İkisini de büyük bir heyecanla okuyacağım kesin.. Kışlık kitap stoğumu tamamlamak üzereyim bir sürü beni bekleyen yeni kitaplarım var.. Havalarında soğumasıyla daha da çoğalacak arşivim ama odamda yer bulmakta artık zorlanan bir kitaplığımın yanında raflarım var.. :)) Zaten bi kitaplarım ve bi ayakkabılarımdan evde yer kalmıyor..
Neyse 3. kitabım yemeklerle ilgili.. Ben yemek yapmayı seven biriyim; yeni tatlar, yeni yemek tariflerimle zengin bir menü her zaman ilgi alanımdır.. Uzun zamandır çok misafir ağırlayıp, erkek arkadaşıma da aşmış olduğum menülerimle ziyafet çekiyorum, söylemesi ayıp belki ama onların takdiri yoksa kendi kendimi burada övecek tiplerden değilimdir dipnot olsun da.. :))
Sıra dünya mutfağına açılıp yeni tatlarım ile zengin olan menüme farklı konseptlli tarifler katarak, akıllarda "bu da nedir böyle" diyecek kadar muhteşem sunumlarla kendimi ve çevremi mutluluk maymunu etmeyi planlıyorum.. 3. ve 4. kitabım bunlarla ilgili biraz araştırıp sunumlarımı yaptıktan sonra favori yemeklerimin fotoğraflı birkaç tarifini sizinle paylaşırım tabi ki.. :))
Emekli olduğumda veya sıkılıp keyif işleri yapmak isteğim tavan yaptığında şartlarda izin verdiği müddetçe kendi yemek restaurantımı açmayı planlıyorum.. Bakalım hayırlısı ve kısmet tabi sadece çekim yasasına şimdiden haberin olsun, yerimi ltf ayırt diye söylemde bulunuyorum.. :))
Şimdilik hoşça ve gülümseyerek kalın!!
En kısa zamanda yeni ve farklı konularla tekrar görüşmek isterim.. ;)
Demet
Fİlmekimine yaklaşırken..
Selam Tüm Sinemaseverlere;
Filmekimi yaklaşırken acaba hangi filmler var diye araştırırken bulduklarımı da sizinle paylaşmak istedimm.. En çok dikkatimi çeken ise; Beyond the Hills, Amour, Ruby Sparks.. Bakalım bu yılki filmekiminde sürprizler neler olacak? Heyecanla bekleniyor.. :))
Filmekimi yaklaşırken acaba hangi filmler var diye araştırırken bulduklarımı da sizinle paylaşmak istedimm.. En çok dikkatimi çeken ise; Beyond the Hills, Amour, Ruby Sparks.. Bakalım bu yılki filmekiminde sürprizler neler olacak? Heyecanla bekleniyor.. :))
Beasts of the Southern Wild
Hem Sundance hem Cannes festivallerinde gösterilip birçok ödül kazanan Beasts of the Southern Wild, adından oldukça söz ettirdi. Benh Zeitlin'in ilk uzun metraj yönetmenlik deneyimi olan film, 6 yaşında bir kız çocuğunun olağanüstü hayal gücüyle birlikte annesini arama öyküsünü konu ediniyor. Filmekimi'nin de en iddialı filmlerinden biri gibi gözüküyor.
The Angels' Share
Palme d'Or için yarışıp Jüri Özel Ödülü'yle dönen The Angel's Share, usta yönetmen Ken Loach'un son filmi. "Viski sevenler kaçırmasın!" diye tanıtılan film, bir grup arkadaşın yaşadıklarını komedi unsurunu kullanarak anlatıyor.
Beyond the Hills
Aynı yetimhanede büyümüş iki kadının öyküsünü anlatan Beyond the Hills, yine iddialı yapımlardan. Christian Mungiu 2007'de Cannes'da Altın Palmiye kazandığı 4 Months, 3 Weeks and 2 Days'den sonra bu kez festivalden En İyi Senaryo Ödülü ile ayrıldı. Başrol oyuncuları Cosmina Stratan ve Cristina Flutur ise yine Cannes'da En İyi Kadın Oyuncu Ödülü'nü paylaştılar.
The Hunt
Cannes'da beğeni toplayan ve festivalden 3 ödülle ayrılan film, küçük bir kızı taciz ettiği iddiasıyla hayatı değişen bir öğretmenin öyküsünü anlatıyor. The Hunt'ın aldığı ödüllerden biri de Lucas karakteriyle filmin başrol oyuncusu Mads Mikkelsen'e ait.
Amour
Filmekimi'nin muhtemelen en çok ses getirecek filmi olan Amour, yaşayan en önemli sinema ustalarından Michael Haneke'nin son filmi. Cannes'da Palme d'Or'a layık görülen, yaşlılık ve aşk temaları çerçevesinde şekillenen filmin oyuncu çifti Jean-Louis Trintignant ve Emmanuelle Riva''nın oldukça etkileyici performanslar sergilediği konuşuluyor. Filmin bir diğer dikkat çeken oyuncusu ise Haneke'nin vazgeçilmezlerinden Isabelle Huppert. Haneke'den farklı ve taze bir başyapıt Filmekimi'nde.
Like Someone in Love
İranlı ünlü yönetmen Abbas Kiarostami'nin Japonya'da Japon oyuncularla çektiği film, genç bir kadınla yaşlı bir adamın Tokyo'da geçen öykülerine odaklanıyor. Usta yönetmenin bu son filminde eski gücünü kaybettiği konuşulsa da Like Someone in Love festivalin en çok merakla beklenen filmlerinden olacaktır.
Ruby Sparks
Diğerleri kadar heyecan yaratmasa da, Little Miss Sunshine'ın yönetmeni Jonathan Dayton'ın yönetmenlik koltuğunu paylaştığı Ruby Sparks, Filmekimi'nin en eğlenceli seyirliklerinden birini vaad ediyor. Film, yazmakta zorlanan bir romancının, kendisine aşık olabileceğini düşünerek yarattığı karakterin yaşayan bir kadına dönüşmesini konu ediniyor.
7 Days in Havana
Cannes'da Regard Hope Ödülü'ne aday gösterilmiş, yedi farklı yönetmenin çektiği, yedi kısadan oluşan film Havana'da geçen yedi günü anlatıyor. Yönetmenler ekibi ise Laurent Cantet, Benicio Del Toro, Julio Medem, Gaspar Noé, Elia Suleiman, Juan Carlos Tabío ve Pablo Trapero'dan oluşuyor.
The We and the I
Eternal Sunshine of the Spotless Mind filmi ile büyük başarı kazanan, fakat daha çok video klipleriyle tanınmış olan yönetmen Michael Gondry'nin son filmi. Aynı otobüs hattını kullanan bir grup gencin öyküsü üzerinden ilerleyen film, 2012 Cannes Film Festivali'nin "Directors' Fortnight" bölümünde gösterildi.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)